muzicafe
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Cazın Doğuşu ve Kökenleri

Aşağa gitmek

Cazın Doğuşu ve Kökenleri Empty Cazın Doğuşu ve Kökenleri

Mesaj  Admin Paz Nis. 27, 2008 9:55 am

Cazın Doğuşu ve Kökenleri

Caz müziği 1880' lerde New Orleans'ta gelişmeye başladı ve 1920'lerin başında New York, Los Angles ve Chicago'da yapılan kayıtlarla son şeklini aldı. O zamanlar birçok değişik akım cazın ortaya çıkışında yol gösterici olmuştur. Bunlardan biri melodilerin ve akorların eşliğinde simgesel olarak özgürlüğe kavuşma çabalarıydı. Bu akım bugün doğaçlama olarak tanımladığımız olaya liderlik etmiştir. Bir diğeri ise, siyahi Amerikalıların yarattığı blues ve ragtime gibi müzik türleriydi.

Caz müziğinin neden ve nasıl Amerika'da ortaya çıktığını ve bu kadar farklı türde müziğin nasıl biraraya geldiğini anlayabilmek için, Afrikalıların kölelik Amerika'sındaki yaşamlarına göz atmamız gerekir. Afrikalı köleler Amerika'ya getirildikleri zaman yanlarına müzik aletlerini almalarına izin verilmemişti. Ama onlar müzikal zevklerini ve geleneklerini yanlarına almışlardı. Afrikalıların yüzyıllar önce yaptığı bu hareket, Avrupa müziğinin neden Afrika kökenli Amerikalılar tarafından çalındığında daha farklı duyulduğunu biraz da olsa anlamamıza yardımcı olabilir. Örneğin bazı köleler Avrupa kökenli kilise müziklerini, yöresel müzikleri ve dans müziklerini kendi müzik zevk ve geleneklerine uyacak şekilde değiştirdiler. Onların çocukları da atalarının müzikteki bu davalarının peşinden gittiler. Böylelikle bu müziksel tercih nesilden nesile devam etti.

Caz Neden New Orleans'da Ortaya Çıktı?

Fransızlar 1718 yılında New Orleans' a yerleşmeye başladılar ve 1719 yılında yüz kırk yedi siyah köle buraya getirildi. 1722 yılının başında New Orleans'ta kölelik tamamen yayılmamıştı, hala özgür siyahlar vardı. 1763 yılında Fransızlar Louisiana topraklarını İspanyollara hediye ettiler. Ancak 1769 yılına kadar İspanyolların kuralları bu topraklar üzerinde tam olarak geçerli olmadı. Daha sonrasında gelen İspanyol kurallarına rağmen, Fransızların dilleri ve gelenekleri hep ön plandaydı. 1801'de İspanyollar Louisiana'yı Fransızlara geri verdiler. Ancak İspanyolların koymuş olduğu kurallar, 1803' te Louisiana Amerika Birleşik Devletleri tarafından Fransızların elinden alınana kadar, geçerliliğini sürdürdü.

İspanyolların bu topraklar üzerindeki etkisi bazı sosyolojik örneklerde göze çarpıyor. Örneğin o yıllarda farklı etnik gruplardan insanların birbirleriyle evlenmeleri Louisiana'da çok sık gerçekleşen bir olaydır. Ayrıca İspanyol kuralları çok sayıda kölenin özgür kalmasını sağlamış, bu da özgür siyahların sayılarının artmasına neden olmuştur. 1800' lerin ortalarında siyah ve beyaz ırkın biraraya gelmesi, Avrupa ve Afrika geleneklerinin etkileşimlerine yol açmıştır. İki ırkın birleşmesinden oluşan bu yeni ırk Creole toplum olarak bilinir ve Creole'ler biraz Afrikalı biraz da Fransızdır.

New Orleans caz müziğinin ortaya çıkması için ideal bir yerdi. Mississippi Nehri'nin ağzının yakınında olan New Orleans Amerika için gelişmekte olan bir ticaret yoluydu ve bu nedenle o zamanlar ticaretin merkeziydi. Ticari öneminin yanısıra bir liman şehri olduğu için buraya dünyanın heryerinden insanlar geliyordu ve New Orleans günden güne kozmopolitik bir yerleşim merkezi şeklini alıyordu. Bu kadar renkli bir yerin eğlence hayatı da çok renkliydi. New Orleans'ta birçok bar vardı ve bu barlarda sık sık dans partileri yapılıyordu. New Orleans' taki bu yoğun eğlence hayatının sonucu olarak, bölgedeki müzisyenlere birçok iş imkanı doğuyordu. Bu dönemde canlı müziğe çok büyük bir istek vardı ve yeniliklere olan ihtiyaç devam ediyordu. Bu istek ve ihtiyaaçlar müzisyenlerin yeni stiller yaratmalarına neden oldu. Müzisyenler değişik ve garip yaklaşımları harmanladılar, gözden geçirip yeniden düzenlediler. Bu gelişmeler cazın ortaya çıkışında büyük rol oynadı.

Caz Orkestra/Bandolarının Kökeni

O yıllarda orkestralar açıkhavada yapılan birçok aktivitede (piknik, spor etkinlikleri, politik konuşmalar) çalıyorlardı. Dans etmek 19.yüzyılın en popüler aktivitesiydi. Dans için orkestralar etkinliklerin öncesinde müzik yapmaya başlarlardı. Bandolar bu tür aktiviteler için tercih ediliyorlardı. Bandolarda üflemeli çalgılar (kornet, trombon vb.) haricinde sadece davul ve ziller yer alıyordu. Kapalı salonlarda yapılan aktivitelerde büyük orkestralara ihtiyaç duyulmuyordu. Bu tür yerler için "string band" denilen topluluklar seçiliyordu. Bu topluluklarda, bandoların aksine üflemeli bir enstrüman yanında gitar keman bas ve piyano bulunuyor ve vurmalı çalgılar yer almıyordu.

Amerikan iç savaşından önce New Orleans'ta bu tarz orkestralar vardı ancak savaşla birlikte bu orkestraların sayıları arttı. New Orleans ve çevresinde otuza yakın orkestra vardı. Bu orkestralar askeri marşların ve yurtseverlikle ilgili şarkıların çalındığı konserler veriyorlardı. Bu dönemde, gerek Brass Band'lerin gerek te String Band'lerin varlığı New Orleans' ın orkestral gelenekleri için uyarıcı bir unsur olmuştur.


Ragtime



1800'lerin sonunda ragtime New Orleans'ta çok popülerdi. Rag kelimesi askeri marşların ve Afro-Amerikan banjo müziğinden alınmış ritimlerin birarada kullanıldığı müzik türü anlamına gelir. Genellikle ragtime ilk olarak 1890'larda görülen, piyano için yazılmış müziklere verilen isimdir. Bu tarzın en önemli sanatçısı Scott Joplin'dir(1868-1917). Ragtime terimi sadece piyano için yazılan bir müzik olmanın dışında müziğe giriş devrini tanımlamakta da kullanılır. Örneğin, 1890-1920 yılları arasında New Orleans'ta ragtime piyanistlerinin yanısıra ragtime orkestraları, ragtime şarkıcıları ve banjo ile ragtime yapan müzisyenler vardı. Bugün caz müzisyeni olarak adlandırdığımız müzisyenlerin birçoğu, o zamanlar kendilerini ragtime müzisyeni olarak tanıtıyorlardı. Bu yüzden bazı müzikologlar ragtime'ın ilk caz stili olduğunu düşünürler. Tutucu görüşlere göre ise, ragtime bir caz stili değildir. Sadece biraz doğaçlama içerir ve cazın swing duygusundan oldukça uzaktır. Bununla beraber ragtime'ın cazın habercisi olduğunu söylemek kaçınılmazdır...

Etkilerin Birleşimi

1890'lar boyunca güney Louisiana' nın tüm kasabalarında küçüklü büyüklü orkestralar vardı. Bu orkestraların yaptığı müzik birçok etkiyi yansıtıyordu. Yapılan müzik marş müziğini ve ragtime'ı biraraya getiren bir müzikti. John Philip Sousa, o dönem orkestra konserlerinde ragtime parçalarına yer veren en ünlü orkestra şefiydi ve ragtime piyanistleri Sousa' nın marşlarını sık sık ragtime tarzında çalarlardı. Diğer bir etki de New Orleans' a gelen Meksikalı orkestraların müziğiydi. Bu orkestralardaki birçok Meksikalı müzisyen New Orleans ve çevresine yerleşti ve bunlardan bazıları burada müzik öğretmenliği yapmaya başladı. Onların müziği New Orleans'ta çok sevilip kabul gördü ve birçok trompetçinin stilini etkiledi.

Caz direkt olarak orkestra müziğinden etkilenmiştir. 20. yüzyılın başlarında New Orleans'a gönderilen askeri bandolar 1800'lerin ortalarında ortaya çıkan dansın biçimlenmesini sağlamıştır. Bazen marşlar biraz yavaşlatılmış ve dans müziği olarak kullanılmıştır.Daha sonra "two-step" adı verilen popüler bir dans ortaya çıkmıştır. Ayrıca marşlarda bulunan model, eski zamanlara ait parçaların düzenlenmesinde yol gösterici oldu. Sonunda askeri orkestralarda kullanılan pek çok sayıda enstrüman cazda da kullanılmaya başlandı. Örneğin marş düzenlemelerinde kullanılan flüt ve pikolo caz klarnetçileri tarafından taklit edilmiştir. Tipik marşların davul kısımları bir ya da üç vuruş çalınırken trampet daha keskin sesiyle iki ya da dört vuruş çalınmıştır.

Cazın Dansla İlişkisi

Cazın New Orleans'ta çok popüler olan rag ve blues'dan türediği çok sıradan bir düşüncedir. 1905-1915 yılları arasında ortaya çıkan grupları caz grubu olarak kabul edersek, New Orleans'lı bandoların repertuarlarının çok az bir bölümü rag tarzındaydı ve on iki barlık blues parçaları beklenildiği kadar yaygın değildi. Diğer taraftan caz repertuarları hakkında mevcut olan düşüncelerimiz ilk caz müzisyenlerinin müziğini yansıtmamaktadır.

Bugün yapılan caz müziğinin aksine; cazın ilk dönemlerinde insanlar cazı dans etmek için tercih ediyorlardı, sadece dinlemek için değil. Bu müziğin vuruş formu ve ruhu dansçıların ilgisini çekiyordu. Erken caz dönemi müzisyenleri repertuarlarını dansçılara eşlik edecek şekilde düzenlerlerdi. Danstaki değişiklikler ve dansın genelde kazandığı popülerlik cazın evriminde çok etkili olmuştur.

Yirminci yüzyılın başlarında New Orleans'ta tören orkestraları ve dans orkestraları aynı müzisyenleri ve büyük ölçüde aynı repertuarları paylaşıyorlardı. Öyle ki geçitlerde çalan müzisyenler geçit bittikten hemen sonra dans salonuna giderler ve enstrümanlarını değiştirip burada müzik yapmaya devam ederlerdi. Salon dansçılarına eşlik eden bu gruplar keman, gitar, bas ve bir ya da iki nefesli çalgıdan meydana gelen orkestralardı. Dansçılara eşlik edebilmek için müzisyenler değişik kaynaklardan çıkan müzikleri biraraya getirirlerdi. Çoğu zaman zorlayıcı ritimlerde parçalar çalmaktan kaçınırlardı. Bu yaklaşımlar cazın özünü oluşturmuştur ve bu dönem müzisyenlerinin çalış şekli "caz ne çaldığın değil, nasıl çaldığındır" düşüncesine önderlik etmiştir. Diğer bir düşünceye göre ise; "caz, dansçılar için yazılan müzikten ortaya çıkarak büyüyen bir müziktir" şeklindedir. Peki dansçılar için yazılan ve sonra şekil değiştirerek cazın gelişimini sağlayan bu müzik neydi ? O dönem müzisyenlerinin yaptığı müzik bugün New Orleans Cazı olarak da bilinen Dixieland tarzıdır ve insanlar her ne kadar Dixieland tarzını beyaz orkestra müziği olarak ayırsalar da, bu tarzın cazın ortaya çıkışındaki etkisi asla gözardı edilemez.

Doğaçlama

Doğaçlama müziğin önemli bir unsurudur ve sadece şimdiki Avrupa müziğinde az kullanılmaktadır. Doğaçlama biraz Afrika müziği ama daha çok cazdan oluşur. Müzikologlar Afro-Amerikanların doğaçlama geleneklerini Afrika müziğinden aldıklarından çok emin değildirler. İlk önce müzik kültürlerindeki doğaçlamaya, yeni dünyaya katılan kölelerin ne gibi bir etkisi olduğunu düşünmek gerekir.Örneğin Gana'nın tipik davul yapısında baş davulcu işaret vermeden sorumludur. Onun çaldığı bölüm diğer müzisyenlerinkinden daha değişkendir, dolayısıyla bu doğaçlama olarak varsayılabilir. Madinka davul yapısında baş çalgıcının diğerlerine göre daha fazla doğaçlama yapma imkanı vardır fakat bütün grup üyeleri kendi bölümlerinde ufak tefek oynamalar yapabilirler. Bazı Afrika korolarında şarkıcılar koro liderinin kendi bölümlerinde değişik varyasyonlar yapmasına izin verirler. Bu perspektiften bakıldığında görülmesi gereken şudur; her nasılsa bu çalışmalar bugünkü caz içerisinde bulunan doğaçlamaya yakın değildir. Batı Afrika şarkılarında ve Afro-Amerikan Blues şarkılarında, kendi içinde gelişen doğaçlamalar çok çok detaylı melodi satılarının keşfedilmesiyle oluşmuyordu. Bunun yerine müzisyenler yaratıcılıklarını baştan sona kadar devam eden tek bir sesle, zamanla, perdeyle ve müziğin başındaki ve sonundaki tınıyla oynayarak ortaya koyuyorlardı.

Doğaçlama sırasında müzisyenler, melodilerin ritimleriyle oynarlar, vuruşlar biraz daha erken veya geç başlatılır veya vurulan bir nota bir kere yerine birden fazla çalınabilir. Benzeri şekilde bir nota başlatılır sonra yumuşatılır, sonra tekrar inanılmaz garip bir ses artışıyla yükseltilebilir. Bazen bütün cümleler ritmi belirginleştirmek için değişik şekillerde yerleştirilir. Bu "ritmik yerdeğiştirme" olarak bilinir. Bu teknikler -pop müzikten etkilenmiş olmasına rağmen- hala Afro-Amerikan kökenli ilahilerde kullanılmaktadır.

Amerikada cazın oluşmaya başladığı zamanlarda, Avrupa müzik geleneklerinde doğaçlama adına iyi gelişmeler oldu. Doğaçlamayla müziği süslemek 20. yüzyılın başlarında konserlerde çok kullanılan bir yoldu ve bu uzun süre pop müzik ve folklorik müzikte de kullanıldı. 1800'ler boyunca konser piyanistleri bislerde sık sık doğaçlama yaparlardı. Alman ve Fransız klavye stillerinde doğaçlamaya "Preluding" denir.

1923 yılının sonlarında müzisyenlerin doğaçlamadaki yaratıcılıkları orkestranın programı tarafından yönlendiriliyordu. Bazı programlar konser sırasında spontane bir şekilde ortaya çıkardı. Bu programların iskeletleri genelde basılmış düzenlemelerden oluşurdu. İlk bakışta bu düzenlemelerde birçok bölümün birbirine uymadığı görülür. Trombonun kontür çizgileri, klarnetin obligatosu ve trompetin melodilerindeki varyasyonlar spontane bir şekilde çalınır. Bunlara eşlik eden diğer melodiler ise yine yaratıcı müzisyenler tarafından doğaçlanır ve çeşitlendirilir.

1920'lerin sonunda doğaçlamaya olan ilgi doğaçlamanın boyutunu arttırmış ve bugün bilinen cazda kullanılan doğaçlamaya yaklaşmasında etkin olmuştur.

Kullanılan Enstrümanlar

İlk caz grupları enstrümanlarını nereden buluyorlardı peki ? Avrupalı bandolar; trompet, trombon, klarnet, saksafon ve tubayı içeren orkestra modelini geliştirmişlerdi. 20. yüzyılın başında New Orleans'ta bando enstrümanları kullanan birçok siyah ve beyaz orkestra vardı. Bunlar parodiler, piknikler, danslar ve cenazeler için marşlar çalarlardı. Yeni dünyaya köle sağlayan Afrika bölgesinin trompet, klarnet ve saksafonu anımsatan aletleri yoktu.

Peki ya davullar?

Batı Afrika'nın davulları günümüzde modern caz gruplarında bulunabilir ama ilk zamanlar cazda kullanılan davullar Avrupa sitili bandoların kullandığı davullardı. Davul yerine kullanılan "Wood black" ve "Cowbell" adlı perküsyon aletlerine en eski caz kayıtları dahil birçok kayıtta duymak mümkündür. Bu aletlerin atalarının Afrika olduğu düşünülse de, Çinliler ve Türkler benzer enstrümanların yeni dünyaya girmesine katkıda bulunmuştur.

Telli çalgılar söz konusu olduğunda da şunu görürüz ki en eski caz grupları Afro-Amerikan bir enstrüman olan banjoyu sık sık kullanmışlardır. Ayrıca Avrupa kökenli gitar da bu gruplar tarafından kullanılmıştır.
Admin
Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 2401
Kayıt tarihi : 01/04/08

https://muzicfe.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Cazın Doğuşu ve Kökenleri Empty Swing Dönemi

Mesaj  Admin Paz Nis. 27, 2008 9:57 am

Caz Tarihi
Swing Dönemi
1930'lı yıllarda yeni bir tür caz akımı ortaya çıktı : Swing. Bu akım sadece 'yeni' olmakla kalmayacak, aynı zamanda 20. yy 'ın en popüler caz hareketi olarak da yerini alacaktı...

Swing, 1920'li yılların sonlarına doğru gelişmeye başlamış ve 40'ların ortalarına kadar da etkisini sürdürmüştür. Bu dönem müzisyenleri müziklerine rahatlık hissi ve çok sıkı olmayan bir ritm anlayışı katmış, sekizlik nota kalıbını kullanmışlardır. Bütün bunlar da 'swing hissi' ni karakterize eden önemli unsurlardır. Dönemin eserlerinin çoğu orkestralar tarafından icra edildiğinden swing dönemi aynı zamanda caz orkestralarının 'altın çağı' olarak da düşünülebilir. Ritmik yapısından ötürü bu müzik pek çok dansçıyı da kendine çekmiştir.



Dönemin Özellikleri
Swing döneminin erken dönem cazına göre faklılıkları :
Tercih edilen yapı küçük gruplar yerine büyük orkestralardır. Yazılı aranjmanlar daha çok kullanılmıştır.
Saksafon swing'te daha sık kendini gösterir.
Bas viyola daha sık görünür.
Davulda high-hat zilinin kullanımı artmıştır.
Kollektif doğaçlama pek görülmez.
Ritmik anlayış genel olarak daha gevşek ve yumuşaktır.
Swing müzisyenleri erken dönem caz müzisyenlerine göre enstrümanlarına daha hakimdirler ve yetkinlikleri daha fazladır.
Caz Orkestralarının Enstürman Açısından Yapılanışı
Caz orkestraları on ya da daha fazla müzisyenden oluşmaktaydı ve müzisyenler de üç ana kategori altında toplanırdı : ritim, bakır sazlar ve saksofon grubu.
Ritim kısmı piyano, gitar, bas / bas viyola ve davulu kapsardı. Bakır sazlardan oluşan kısım ise kendi için ikiye ayrılırdı : Trompet ve trombon grubu.

Orkestradaki saksofon grubu (ham madde olarak bakır sazlarla aynı olsa da) bakır sazlardan ayrı bir gruptu. Burada şunu belirtmekte fayda var; saksofon gelişimi itibariyle tahta üflemeli (woodwind) sınıfına girer çünkü klarinet, flüt ve obua gibi tahta üflemeli enstrümanlar saksofonun atası sayılmaktadır. Saksofon kısmı aynı zamanda "kamışlı saz" (reed instrument) grubu olarak da adlandırılır. Bunun nedeni saksofoncuların yeri geldiğinde klarinet de çalması ve adı geçen iki enstürmanın da kamışlı saz olmasıdır.

Alto ve tenor, saksofon ailesinin orkestralarda en çok kullanılan üyeleri olmuştur. 30'ların sonuna doğru bu gruba bariton da dahil olmuştur. Soprano ve bas saksofon ise yaygınlaşamamıştır. Saksofon kısmında müzisyen sayısı üç ile beş arasında değişir. 40'ların sonuna doğru 2 alto 2 tenor 1 bariton standart yapılanma olarak karşımıza çıkar. Bu kısımdaki sanatçılar genelde tek enstrüman çalmazar. Saksofonculardan kendi enstürmanları dışında klarinet ve saksofon ailesinin diğer üyelerini çalmaları beklenir.

Trompet kısmı da üç ile beş müzisyen arasında değişmektedir. 30'ların sonu 40'ların başında standart sayı üçtür. Trombon kısmı ise bir ile beş arasında değişir. İki veya üç tromboncu genelde standart olarak kabul edilmiştir.


Orkestra Aranjmanları
Caz orkestralarının artmasıyla beraber yazılı aranjmanların kullanımı da artmıştır. Az sayıda müzisyenden oluşan küçük gruplar için yazılı aranjman gerekli görülmüyordu. Ancak gruptaki eleman sayısı artıp büyüdükçe müzisyenlerin ellerinde yazılı bir aranjman olmadan doğaçlama yapmaları git gide zorlaştı. Öyle ki, bir müzisyen yazılı aranjmanlar kullanmayan bir gruba katıldığında çok zor adapte oluyordu. Aynı zamanda, müzisyenlerin iyi bir repertuara sahip olabilmeleri için nota okuyup yazabilmeleri şart olmuştu.

Aranjmanların çoğunda kompozisyonal yapı basitti. Melodiler bütün grup tarafından birlik ve uyum içinde çalınırdı. Bunu doğaçlama takip eder, doğaçlamalar ritim kısmının eşliği ve geri kalanların çaldığı figürler eşliğinde sürerdi. Melodiler ve eşlik sırasındaki müzikal figürler orkestra içindeki kısımlar arasında dönüşümlü çalınırdı. Bakır sazların çaldığını bir süre sonra saksafon kısmı alır, bakır sazlar da ritim kısmının çaldıklarını üstlenirdi. Bu da orkestra içinde müzikal bir çevrimdi.

Kimi zaman aranjmanlar çalınan müzikal temanın varyasyonlarına dayanmaktaydı. İlginçtir ki, bazen bunların doğaçlamadan daha güzel bir hava yarattığını gözleriz.

Kısa - karmaşık olmayan ve melodinin bir kısmını içeren yapılara "riff" denir. Riff'ler orkestraların stillerini yansıtmakta kullandığı önemli unsurlardan biridir. Farklı riff'ler farklı orkestra kısımları tarafından karşılıklı olarak çalınır. Hatta zaman zaman aranjmanların riff'ler üzerine inşa edildiği de görülür.



Dönemin Önde Gelen İsimleri
Orkestra Liderleri
Swing orkestraları arasında en iyileri Fletcher Henderson, Count Basie, Duke Ellington, Jimmie Lunceford ve Benny Goodman'ın liderlik ettikleri orkestralardır.

Henderson ve Ellington orkestraları erken dönem caz ile swing arasında köprü olmuş ve aradaki boşluğu doldurmuştur. Her ikisi de 1920'lerin başlarında ortaya çıkmış ve zamanla büyüyüp gelişerek 30'ların sonunda 'ihtişamlı' bir yapıya kavuşmuştur.

Erken dönem cazındaki pek çok büyük isim ve swing döneminin doğaçlama yapabilen önemli müzisyenleri 1920'lerin başından 1930'ların sonuna kadar Fletcher Henderson ile çalışmıştır. Bundan ötürü Henderson orkestrası bir 'yıldızlar topluluğu' orkestrası olarak da nitelendirilebilir. Henderson'ın stili caz orkestraları içinde temel akım / anlayışlardan biridir. Ellington'ınki ise bir diğeridir. Aranjmanlarında saksofonlarla bakır sazları adeta 'kapıştıran' Henderson, 'block voice' tekniğini de mükemmelleştirmiştir. Burada melodik ses akor dizileri içindeki en üstteki sestir ve akordaki her nota başka bir enstrüman ya da enstrüman grubu tarafından çalınır. Hat armonize değilse kalın / yoğun bir ses elde edilmiş olur.

Henderson'ın aranjmanlarının meşhur olmasının nedenlerinden biri de bunların aynı zamanda Benny Goodman tarafından kendi orkestrasında kullanılmasıdır.

Jimmie Lunceford, swing hissini çok iyi yansıtabilen ve müzisyenlerin örnek bir displin yansıttığı mükemmel bir orkestranın liderliğini yapmıştır. Bu orkestranın swing'i aktarmasındaki başarı ve olduşturduğu pürüzsüz havanın nedeni orkestradaki kısımlar arasındaki tutarlılık ve sürekliliktir. Lunceford'un orkestrası dönemin çok iyi doğaçlama yapabilen müzisyenlerine de sahip olmuştur.

Benny Gooodman 1930'lar ve 40'lar boyunca en çok popüleriteyi elde etmiş olan caz orkestrasının lideri olmuştur. Pek çok zor parçanın üstesinden gelen orkestra, liderinin sahip olduğu kusursuz swing'i dinleyiciye aktarmıştır. Benny Goodman'ın lakabının "King of the Swing" olduğu düşünülürse böyle bir liderin orkestrasının da swing konusundaki başarısı hiç şüphesiz daha iyi anlaşılacaktır.

Benny Goodman kendisinden sonra gelmiş geçmiş tüm klarinetçileri etkilemiştir. Goodman öyle bir popülerite kazanmıştır ki 1890 ile 1954 arasındaki plak satışlarında ilk 5'e girmiştir! Goodman sadece caz için değil genel anlamda müzik endüstrisi için de en önemli isimlerden biri olmuştur. Yapılan araştırmalara göre bugün Louis Armstrong ve Dave Brubeck ile birlikte en çok tanınan müzisyenler arasındadır.

Goodman caz dünyasında sadece klarinetteki yetkinliğinden dolayı değil, aynı zamanda gruplarında yer verdiği müzisyenlerden dolayı da önemlidir. Bu müzisyenler arasında Teddy Wilson, Charlie Christian ve Lionel Hampton sayılabilir.

Ritim Kısmı

Ritim kısmı genelde piyano, gitar, bas / bas viyola ve davulu kapsardı. Bascılar genel olarak parçada zamanı tutma görevine atanmışlardı. Bascının çaldıkları ya her dört vuruştan bir ve üçüncüsünde duyulurdu (ki buna two-beat style denir) ya da her vuruşta kendini gösterirdi (walking style).

Bas

Bascılar görsel olarak arka planda kalmanın yanı sıra swing döneminde müzikal anlamda da arka planda kalmışlardır. Basın özelliklerinin adam akıllı ortaya konması ve bu enstrümanın müziğe ağırlığını koyabilmesi 50'lere değin ender olarak gerçekleşebilen bir durumdur (Duke Ellington'un basçısı Jimmy Blanton bu 'ender' durumları yaratabilmiş basçılardan biridir). İlginç olan noktalardan biri de şudur : Grupta kötü bir basçı varsa (ya da basçı yoksa) dansçılar ve de iyi dinleyiciler müziğin ritmik yapısındaki bu eksikliği hissederler. Ancak bu hissedenlerin çok azı eksikliğin / yanlışlığın neden kaynaklandığını farkedebilmiştir...

Bu dönemde Jimmy Blanton'un yanı sıra üç önemli basçı daha ön plandadır : Walter Page, Slam Stewart ve Milt Hinton.

Milt Hinton tanınmışlığı 1930'lardaki Cab Calloway orkestrasındaki çalışıyla elde etmiş, bununla beraber 90'lara kadar da caz dünyasından kopmamış ve farklı caz akımlarında da adından bahsettirmiştir. Kendinden emin şaşmaz temposu ve kocaman tonuyla kendisine 'Yargıç' ismi takılmıştır. Sebebi de parçanın temposunu belirlemesi ve bu temponun da parça boyunca hiç değişmemesidir.

Slam Stewart zamanlaması iyi olan ve sorumluluk sahibi bir eşlikçi olarak Art Tatum'la çalarken kendini göstermiş bir basçıdır. Bununla beraber asıl yaratıcı solo yapabilme özelliğiyle göze batar. Bu bakımdan çalış stili basın sadece 'zaman tutma' işlevi olan bir enstrüman olarak algılanmasına karşı önemli bir yer tutar.

Davul

Swing davulcularının çoğu, dinleyicilere ve dansçılara gerekli vuruşları sağlamakla yetinmiştir. Swing havasını dinleyiciye aktarmakta üstlerine düşen neyse onu yapmak davulcuların önemli bir kısmı için yeterliydi. Swing davulcularının öncelikleri bu saydıklarımızdır; erken dönem caz davulcularında gördüğümüz nefesli sazların melodik yapısına paralel ve onunla örtüşebilecek ritmik aktivite tutumu swing davulcuları için listenin alt sıralarında yer alır. Cymbal zili ve gong'un kattığı efektleri saymazsak, pek çok orkestra davulcusu bas davulda ilgili ritmi hissettirip vurgulamak ve zamanlama görevini üstlenmek dışında fazla birşey yapmamıştır. Nefesli sazların arkasında yeni, üretken, kışkırtıcı ritimler çalmaktan kaçınmışlardır. Fakat bu durumdan ötürü sadece davulcuları suçlamak da doğru bir değerlendirme olmaz çünkü riff tabanlı orkestra müziği swing davulcularını kısıtlamaktaydı : çalacakları karmaşık ritmik kalıplar nefesli sazlar için yazılmış olan melodik ritimlerle çakışabiliyordu... Aynı zamanda dönemin müzik anlayışı içerisinde bir nevi orkestra içi 'metronom' olarak algılanıyorlardı. Bundan dolayı 30'ların swing davul stili gayet tutucuydu. Ana melodinin arkasında gelişen ritmik bir hat, doğaçlamada davulcuyla iletişim halinde olacak ve birbirinden beslenecek solist - davulcu ilişkisini görmek dinleyicilere ancak 40'lardan başlayarak gelişen modern cazın ve davulun gelişimiyle nasip olacaktı.

Peki bu tip oturmuş kurallara karşı çıkan alışılmadık davulcular yetiştirmemiş midir swing dönemi ? Tabii ki yetiştirmiştir. Var olan standartlaşmış çalışa karşı kendi stilini ortaya koyan davulcuların başında Gene Krupa gelir. Çalış stilinin yanında tavırlarıyla da oldukça ilgi çekip popüler olan Krupa, adeta davulun gelecekte üstleneceği rol ile ilgili bazı sinyalleri aktarmıştır dinleyiciye. Önündeki melodik hattı bozmadan müziğe heyecan katmayı başarmış bir davulcudur. Kimi zaman eşlik olarak çaldığı bölümler başlı başına soloyu andırır. Bu açıdan erken caz dönemimdeki davulcu özelliklerini de taşımakta ve tipik swing anlayışı içinde sıkışıp kalmamaktadır.

1930'ların sonuna doğru Krupa'nın tam tersi bir davul yaklaşımı Count Basie'nin davulcusu Jo Jones tarafından sergilenmiştir. Krupa'nın "gürültülü", her vuruşta bas davul kullanan çalış tarzına karşın Jones genelde bas davul kullanmaktan kaçınmıştır. Jones'un high-hat zili üzerinde çalışı Krupa'ya göre çok daha esnektir. Belki de bundan dolayı, Jones'un çalışında süreklilik duygusu hakimdir. Jones'un çalışı aynı zamanda basçıyla da yüksek bir koordinasyon kurabilmesini sağlamış bu da ritim kısmının diğer orkestralardakine göre daha akıcı olmasını sağlamıştır.

Trombon

Erken döenm caz tromboncuları aynı zamanda swing döneminin önemli tromboncuları arasında yer almıştır. Bu sanatçıların stilleri rafineleşmiş ve caz orkestralarında Dixieland gruplarına göre kendilerini daha çok gösterme fırsatı bulmuşlardır. Jack Teagarden ve Tommy Dorsey de buna dahildir.

Tommy Dorsey 30'lar, 40'lar ve 50'ler boyunca çok popüler olmuş olan dans orkestralarına liderlik etmiştir. Bunun yanı sıra saksofoncu kardeşi Jimmy Dorsey ile birlikte pek çok grubun liderliğini paylaşmıştır.

Tommy Dorsey müzisyenler arasında çok iyi bilinen bir isimdir çünkü trombondan temiz ve yumuşak bir ton elde etmek için geliştirmiş olduğu bir tekniğe sahiptir. Aletindeki ustalık, sahip olduğu parlak ton ve tiz perdelerdeki çalışı Dorsey'în diğer tromboncular taradından örnek alınmasının sebeplerindendir. Lawrence Brown bu anlamda bir diğer önemli isimdir.

Erken caz döneminde bilinmeyip swing'in caza kazandırmış olduğu isimlerden biri Bill Harris'tir. Harris, 40'larda Woody Herman orkestrasının bakır saz kısmındaki en orjinal ve etkileyici solistti. Kendisi aynı zamanda J.J. Johnson'dan önce modern caz trombonunun gelişmesinde önemli bir rol üstlenmiştir. Alışıldık soloların yanı sıra staccato'lu ve didikleyici yapıda figürler de kullanmıştır. Dönemine göre geniş bir ses aralığına sahip olan Harris'in tonu kalın ve geniştir.

Trompet

Trompetçi Roy Eldridge swing döneminin en ileri seviye doğaçlamacısıydı. O, swing ile modern caz arasında bir köprüdür adeta. Dizzy Gillespie kendi çalışının Roy Eldridge sayesinde şekillendiği söylemiş, Miles Davis de Eldridge'e olan hayranlığını dile getirmiştir.

Roy Eldrige'in coşku dolu agresif bir stili ve eşine az raslanan bir teknik ustalığı vardır. Nota seçimindeki orjinalite ve saksofon tarzı müzikal cümleleriyle Louis Armstrong stili ile Dizzy Gillespie'nın öncülük ettiği modern yaklaşım arasındaki boşluğu doldurmuştur. Eldrige'in tonu kimi zaman temiz ve sıcak kimi zaman ise sert ve keskindir. Tiz perdelerde notaları kıvırırcasına çalmıştır. Roy Eldrige trompette uzun ve kuvvetli müzikal cümlelerin çalınabilmesinin mümkün olduğunu göstermiştir. Bu söylediğimiz saksofonda yapılması çok zor olmayan ancak mekaniği nedeniyle trompette uygulanması zor olan bir şeydir.

Eldrige'in etkisiyle trompetçiler aletlerindeki ustalığı geliştirmek ve daha özgün doğaçlamalar yapabilmek için çaba harcadılar. Aynı zamanda bu, trompetin parça içinde doğaçlama süresinin de uzamasına imkan sağlamıştır

Eldrige'in etkisi 1950'lere kadar uzanır çünkü Gillespie kendi modern yaklaşımını Eldrige'in tiz perdelerdeki çalışı, geleneksel olmayan nota seçimi ve saksofon tarzı cümleleri üzerine inşa etmiştir.

Swing alanının en meşhur trompetçilerinden biri de Bunny Berigan'dır. Berigan'ın stili Louis Armstrong üzerine kuruludur. Pürüzsüz tonu ve artikülasyonu ile oldukça usta bir trompetçidir. 1937'de "I Can't Get Started" parçasındaki solosu o kadar sevilmiş ve tutmuştur ki adı geçen parça trompetçilerin repertuarında vazgeçilmezlerden biri olmuştur. Tommy Dorsey Orkestrası'nın 'Marie' kaydındaki etkileyici doğaçlaması da farklı aranjmanlarla diğer pek çok orkestra tarafından çalınmıştır.
Admin
Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 2401
Kayıt tarihi : 01/04/08

https://muzicfe.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Cazın Doğuşu ve Kökenleri Empty ..............

Mesaj  Admin Paz Nis. 27, 2008 9:58 am

Saksofon

Caz tarihine bakıldığında ilk önemli tenor saksofoncunun Coleman Hawkins olduğu görülür. 1920'lerde caz arenasına dahil olmaya başladığında saksofon müzik için sadece bir 'yenilik' ya da biraz fazlası olarak algılanıyordu. Ancak Hawkins'in çalışıyla birlikte saksofon nefesli ailesi içinde 'ün' ve 'prestij' elde etti. Onun enstrümanına olan hakimiyeti ile geniş, derin, kuvvetli tonu diğer saksofonculara örnek teşkil etti. Bugün saksofon cazın en popüler enstrümanlarından biri (kimileri için ise cazın ta kendisi!) haline geldiyse bunun için teşekkür edileceklerin başında Coleman Hawkins gelir.

Kendineden önceki saksofonculara kıyasla Hawkins akor ilerleyişine/değişimine (chord progression) büyük önem vermiştir. "Body and Soul" parçasındaki gibi komplike akor kullanım stili Hawkins'i betimlemekte önemlidir. Onun için melodik gelişme daha arka planda kalmaktadır. Bundan ötürü de dinleyicilerinden bir kısmı onu melodik değil armonik doğaçlamacı olarak gördüklerini belirtmiştir.

Hawkins Fletcher Henderson Orkestrası'nda 1923'ten 1934'e kadar baş solist olarak yer almış daha sonra küçük gruplarla çalışmalarını sürdürmüştür. Her ne kadar swing dönemiyle bütünleşmiş olsa da, 1940'larda da yerini korumuştur. Teknik açıdan sağlam bir altyapıya sahip olduğundan yeni gelişen akımlara da ayak uydurabilmiştir.

Caz tarihindeki en tutarlı ve ciddi solistler arasında yer alan Hawkins, sadece kendi dönemindekileri etkilemekle kalmamış, Sonny Rollins ve John Coltrane gibi saksofoncular tarafından da örnek alınmıştır. Hawkins, Coltrane ve Lester Young cazın en etkileyici tenorlarıdır.

Don Byas, çağdaşı olan diğer swing saksofoncuların çoğundan daha ileri bir seviyedeydi. Bundan ötürü de 40'ların modern müzisyenleri arasında da yer alır. Byas, ateşli çalışı, enstrümanındaki imrenilecek kontrol kabiliyeti ile armonik olgunluk ve melodik bir atılganlığa sahipti. Sebare çalmayı ve akordaki notaların altından girip üstünden çıkmayı seven bir saksofoncuydu aynı zamanda. Parçaların özgün yapısına yeni akorlar ekleyerek doğaçlamalarında her ikisinden de faydalanıyordu. Bu konuda piyanist Art Tatum'dan esinlenmiştir. Geniş ve kuvvetli çalışında Hawkins etkisi görülür, ancak Byas'ın çalışında swing'i yakalamak daha kolaydır. Bunun nedeni belki de Byas'ın geliştirdiği fikirlerin ritmik bazda daha az çeşitlilik göstermesidir. Byas'ın stili kendinden sonra gelen pek çok meslektaşı tarafından takdir edilmiştir. Onu kendisine örnek alan iki isim ise gerçekten öenmlidir: Lucky Thompson ve Benny Golson.

Benny Carter ve Johnny Hodges swing döneminin en önemli alto saksofoncularıdır. Carter'ın çalışında dinleyicileri ilk olarak etkileyen özellikler sanatçının aletindeki rahatlığı ve sıcak - parlak tonudur. Carter'ın zengin ve 'lüks' bir tonu vardır. Soloları akıcı ve hafiftir. Aynı zamanda iyi bir trompetçi, klarinetçi ve aranjördür de.

Piyano

Art Tatum caz tarihinin en çok takdir edilen piyanistleri arasında yer almıştır. 1940'lardan sonra ortaya çıkan üstün teknikli piyanistlerle kıyaslandığında bile yine de üst sıralarda yer almıştır. Doğaçlamalarıyla ve popüler melodileri parçaya monte ediş biçimiyle Tatum ne yapacağı tahmin edilemez bir müzisyendir. Müzik sürüp giderken aklına gelen fikirle cümlelerin yönünü aniden değiştirip yeni fikri doğrultusunda çalması Tatum'da görülen bir özelliktir. Tatum'un çalışı oldukça süslü, uzun ve bir o kadar da hızlıdır. Popüler melodileri çalarken aniden akor ekleme / değiştirme konusunda uzmandır (ki buna chord substition denir). Modern caz müzisyenleri Tatum'un akorlarla yaptıklarını kendi aletlerine adapte edip çalmak için uğraşmışlardır.

Art Tatum'un caz tarihindeki etkisi muazzamdır. Klavyeye olan hakimiyeti diğer piyansitler için çıkış noktası olmuş, sololarındaki akor kullanım şekli tenor saksofoncu Don Byas ve altocu Charlie Parker tarafından adeta absorbe edilmiştir. Aynı zamanda modern cazın ilk günlerinde çok önemli yeri olan iki piyanisti de etkilemiştir : Bud Powell ve Lennie Tristano. Bu iki piyanistin vasıtasıyla Tatum'un etkisi dolaylı da olsa 50'lerde de görülmüştür.

Teddy Wilson da dönemin sivrilen piyanistleri arasındadır. Erken caz döneminde görülen ağır piyona sesini yumuşatmıştır. Bu vurgulu ağırlığın yerine akıcı ve yumuşak bir çalış stilini yerleştirmiştir. Wilson'ın sololarında sergilediği zerafet ve intizam dinleyicileri etkileyen unsurların başında yer alır.

Dönemin üç büyük ismi olan Art Tatum, Earl Hines ve Teddy Wilson'dan Hines'ın etkileri 40'ların başındaki Nat Cole ve Errol Garner'da kendini belli eder. Nat "King" Cole, nefesli sazların müzikal cümlelerini piyanoya taşıyanların başında yer alır. 1939 yılında Cole; piyano, gitar ve bastan oluşan bir trio kurmuş, bu trionun "hit" kayıtlatı ise 1943-49 yılları arasında olmuştur. Nat Cole'un caza etkisi pek çok insanın düşündüğünden fazladır : Oscar Peterson, Bill Evans ve Horace Silver gibi modern piyansitler kendi müzikal ifadelerini oluştururken Nat Cole'dan etkilendiklerini belirtmişlerdir.

Peterson, Cole'un kendi piyano stilindeki ana etken olduğunu söylemiş ve Cole gibi piyano, bas, gitardan oluşan bir trio kurmuştur. Evans ise Cole'un melodik fikri alıp geliştirmesi ve sonra bunu doğaçlamalarının içine monte edişinden etkilenmiştir.

Cole sesiyle popüler olup bir yıldız haline gelince piyano stili ve piyanoya olan yaklaşımı gittikçe daha az önemsenir olmuştur. Bu yüzde Nat Cole'un piyansitliği pek çok kişi tarafında maalesef 'es' geçilmiştir.

Erroll Garner caz piyanosunda başlı başına farklı bir yerde durmaktadır. Garner kendine özgü, ana akımlardan farklı bir stil geliştirmiş; bundan ötürü tam olarak ne swing ne de bop dönemine dahil edilmesi mümkündür. Garner'ın tanınmaya başladığı yıllarda swing zaten zirvedeydi ve modern caz yaklaşımları da kendini göstermeye başlamıştı. Garner, izlenmesi kolay swing'i yansıtan bir stile sahiptir. Popüler şarkıları yorumlayan piyano triosu ile geniş ölçüde tanınmışlık elde etmiştir. Diğer porçaları yorumlamanın yanında kendi bestelerini de çalan Garner'ın "Misty" isimli bestesi kendisini 50'ler boyunca en çok tanınan cazcılar arasına sokmuştur. Çalışının kökleri 30'lardaki swing döneminden gelse de popüleritesini 50'lerde kazanan Garner, Charlie Parker gibi modern cazın sembol isimlerinden biriyle de kayıt gerçekleştirmiştir.

Garner'ın sağ eliyle çaldığı cümleler Earl Hines'ı hatırlatır. Ancak Garner'ın melodik anlayışı Hines'ınkine göre daha basittir. Hines'ı karakterize eden ritmik sürpriz yaratma anlayışı pek görülmez. Dikkati çeken bir diğer nokta da yıllar geçtikçe Garner'ın stilinin evrimleşip gelişmesidir.

Garner'ın çalışı kimi zaman da zengin orkestral bir hava taşır. Armonik açıdan Fransız İzlenimcilik (Impressionistic) akımı temsilcilerinden Claude Debussy ve Maurice Ravel'i andırır. Garner parçalarını armonik yapıya dayandırmış, doğrudan melodiyi çalmamıştır. Bu da kendisinden sonra gelen piyanistlerin akora dayalı çalma yönünde Garner'ı incelemelerini sağlamıştır. Garner'dan etkilenen piyanistler arasında George Shearing ve Ahmed Jamal sayılabilir.

Milt Buckner kilitli el tekniği stiliyle (locked-hands style) 40'ların piyanistlerini etkilemiş bir şahıstır. Bu, akoru seslendirme biçimlerinden biri olup tepedeki nota melodi notası haline gelir. Bir elin melodik hattı diğer elin ise genellikle akorları çaldığı durumun tersidir. 40'ların sonu 50'lerin başında Lennie Tristano, George Shearing, Ahmed Jamal, Oscar Peterson bu tekniği kullanmıştır.

Gitar

Swing döneminde gitar, daha yeni yeni 'metronom' görevi dışında başka görevleri de üstlenebilecek bir enstrüman olarak algılanmaya başlanmıştı. Django Reinhardt ortaya çıkana dek pek çok caz gitaristi düz, akora dayalı ve piyano ile nefesli sazlara kıyasla gayet sönük bir biçimde çalıyordu. Bu durum Charlie Christian ve Django Reinhardt ile birlikte değişti.

Charlie Christian o zamana kadar keşfedilmemiş bir dünya olan 'elektrik gitar' alanında ustalığını sergilemiş bir müzisyendir. Uzun, swing içeren soloları gitarı nefeslilerin hegemonyasından kurtardı. Christian'ın kimi pasajları kendisine örnek aldığı saksofoncu Lester Young'dan esintiler taşır. Jazz-rock döneminden önce yetişmiş bütün caz gitaristlerinde şu ya da bu şekilde Charlie Christian etkisini görmek mümkündür. Hatta 60'ların en önemli caz gitaristi olan Wes Montgomery de temelde Charlie Christian etkisi taşıdığından, Christian'ın etkisi dolaylı biçimde 90'lara kadar uzanır.

Django Reinhardt, Fransa'da yaşamış olan bir Belçika çingenesidir. Çoğunlukla Avrupa'da çalmış, Amerika'ya sadece bir defa gitmiştir. Bununla beraber kayıtlarına Amerika'da ulaşılabiliyordu ve özellikle swing dönemi boyunca Reinhardt Amerikalı caz gitaristlerin en çok tuttuğu kişilerden biri olmuştur. Reinhardt'ın aletine olan hakimiyeti had safhadadır. Hız konusunda, teknik açıdan çalınması daha kolay enstrümanlarla yarıştığı bile söylenmektedir. Süslü - şatafatlı bir çalışı ve oldukça belirgin bir vibratosu vardır. Çingene müzik ruhu ile caz anlayışını bir potada eritmeyi başarmıştır.

Bu iki gitaristi daha iyi tetkik etmek için yaklaşımlarını ve bu yaklaşımlardaki farklılıkları gözden geçirelim.

Christian'ın soloları genelde süreklilik gösteren bir düzen içindedir, Reinhardt ise sıradışı ve aniden ortaya attığı melodik fikirlerle sürprizlerle doludur.
Christian'ın cümleleri nefeslileri andırır, Reinhardt'ınkiler ise piyanoyu.
Christian kayıtlarının hemen hepsinde amfi kullanmıştır, Reinhardt için böyle bir durum söz konusu değildir.
Christian'ın tonu yumuşak ve yuvarlaktır. Reinhardt'ın tonu ise keskin ve metaliktir.
Christian'ın kökeninde blues geleneği vardır. Reinhardt'a Çingene müziği temel oluşturmuş, Fransız izlenimcileri Maurice Ravel ve Claude Debussy'nin stilini oluşturmasında önemli rolü olmuştur.
Christian çok az vibratolu çalmıştır buna karşın Reinhardt'ın vibratolu çalışı kendisini karakterize eden özelliklerin başında yer alır.
Şarkıcılar
Billie Holiday 30'ların başlarından itibaren caz arenasında etkisi en büyük olan şarkıcıdır. Pek çok vokal kariyerine Holiday'i taklit ederek başlamıştır. Pek çoğu da çıkardığı albümü ona adamıştır. Caz müzisyenlerine "ıssız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız kayıtlar hangileridir" diye sorulduğunda pek çoğu yanıtlarına Billi Holiday'i de dahil etmiştir. Caz müzisyenleri tarafından enstrümantal müziğin hemen her zaman vokale tercih edildiği de göz önünde bulundurulsa bu cevabın önemi daha iyi anlaşılır.

Holiday'in sesi Bessie Smith kadar güçlü, Sarah Vaughan kadar zengin değildi. Ella Fitzgerald'in sahip olduğu ses aralığına ve hıza da sahip değildi. Buna rağmen Holiday'in bu kadar takdir edilmesinin sebebi neydi peki ? Öncelikle orjinal ve taze bir sesi vardı. Şarkı sözleri gerçeğe dönüşürdü adeta ve doğrudan dinleyiciyle konuşuyor havasını oluştururdu. Hüzünlü şarkılarda yansıttığı keder ve ıstırap dinleyiciyi ağlatabilecek seviyedeydi. Bununla beraber 30'ların sonundaki bazı kayıtlarında çağdaşlarında raslanmayan umarsız bir neşe de görülür.

Holiday'i bu kadar önemli yapan nedenlerden biri de sunduğu 'caz tadı' idi. Gerçek anlamda bir blues şarkıcısı olmadığından Holiday'in sesi ve yaklaşımı nefeslileri andırırdı. Caz enstrümantalistleri gibi şarkıyı doğrudan sunmaktan kaçınmış, ritimleriyle oynayarak şarkıları farklı şekillerde yorumlamıştır.

Holiday; Artie Shaw, Benny Goodman ve Count Basie gibi kendi döneminin dev müzisyenleriyle turnelere çıkmış, kayıtlar yapmıştır. 1938 yılında Teddy Wilson, Lester Young ve Basie Orkestrası'ndan bazı müzisyenlerle birlikte yaptığı kayıtlar dönemin sivrilmiş çalışmaları arasındadır. 1937 kaydı "Carelessly" listelerde birinciliğe yükselmiş, 1945' kadar da toplam 35 kaydı ilk 20'de kendine yer bulmuştur. Kimi dinleyiciler Holiday'in 30'lar boyunca yaptığı kayıtların en iyileri olduğunu savunurken, diğer bir kısım dinleyici ise 50'lerde yaptığı kayıtların duygusal anlamda daha vurucu olduğunu belirtmektedir.

1972 yılında yapılmış olan "Lady Sings The Blues" filminin esin kaynağı olan Billie Holiday'in albümleri ölümünden yaklaşık 40 sene geçmesine karşın hala pek çok müzik severe hitap etmekte, alıcı bulmaktadır.

Ella Fitzgerald 20. yy'ın opera sanatçısı olmayan en etkileyici ve olağanüstü şarkıcısıdır. Adeta kusursuz bir tekniği vardır. Kıvraklığı ile dinleyiciyi etkiler. Swing'i yansıtmadaki başarısı ve senkoplardaki zamanlaması ile orkestra içindeki nefesli sazlardan biri gibidir (hem de en iyilerinden biri). Dönemin pek çok trompet ve saksofoncusu müzikal ifade açısından onun ulaşmış olduğu seviyeye ulaşamamıştır. 30'ların ortalarında şöhret kazanmaya başlayan Fitzgerald, 1938 yılında Chick Webb'in grubuyla yaptığı "A-Tisket-A-Tasket" icrasıyla 1 numaraya yerleşmiştir. Bu grupla sonra daha pek çok kayıt gerçekleştirip turnelere çıkmış, Webb'in ölümünden sonra da yıllarca liderliğini üstlenmiştir.

Ella Fitzgerald'ın tonu berrak ve esnektir. Ses aralığı ise 3 oktavdır ki buna pek rastlanmaz. Hangi tonda ve tempoda olursa olsun şarkılarında hep rahattır. Yaklaşımı genel olarak huzur ve sıcaklık duygusu taşır. Pek çok şarkıcının meyilli olduğu melodramik yaklaşımın aksine Fitzgerald neşeli ve coşkulu bir hava taşır. Pek çokları onun zirvede olduğu dönemin 50'ler ve 60'lar olduğunu söyler. Bununla beraber 70'li 80'li yıllarda da oldukça etkileyici performans sergilemiştir.

Kendisi icat etmemiş olsa da "scat" tarzının en bilinen temsilcisidir. Ondan sonraki diğer tüm modern scat şarkıcıları kendilerini ilk etkileyen kişinin Fitzgerald olduğunu söyler. Scat tarzındaki bu etkisi onun sadece caz dinleyicileri tarafından sevildiği izlenimi uynadırmasın; şarkılara kattığı ruh ve gerçeklikten ötürü pek çok pop müzik dinleyicisi de Ella Fitzgerald'ı dinlemiş ve etkilenmiştir.

Popülerite

Swing dönemindeki caz müzisyenleri bugünkü rock starlarına benzetilebilir. Benny Goodman, Count Basie, Duke Ellington 30'lar ve 40'lar boyunca herkesin bildiği isimlerdi. Halk onları caz müzisyeni olarak değil, dans orkestralarının liderleri olarak görüyordu. Bu müzisyenleri sahip oldukları ün daha sonra çok az caz müziyenine nasip olmuştur.

O dönemde orkestralarının (meşhur ya da değil) fazlalığı müzisyen ihtiyacına neden olmuş bu da caz müzisyenleri için iş olanaklarının artmasını sağlamıştır. Fakat pek çok orkestra doğaçlamaya önem vermediğinden müzisyenlerin bu orkestralarda kendilerini ne kadar geliştirebildikleri tartışılır.

50'lerdeki rock gruplarında olduğu gibi, swing gruplarının 30'lar ve 40'lardaki en önemli işlevi insanlara dans müziği sunmalarıydı. Popüler rock gruplarıyla swing orkestralarının bir diğer benzerliği de özenle hazırlanmış kıyafetler ve sahne şovlarıdır. Sergilenen performansın görselliği önemli sayıdaki dinleyici için başlı başına bir çekim oluşturmuştur. Bu yüzden swing döneminin popüleritesi kulağın yanı sıra göze de hitap etmesinden kaynaklanır.

Peki bu popüleriteyi elde etmiş olan swing dönemi caz müziğinin zirvelerinden biri midir ? Bu soruya cevap vermeden önce "caz"ı nasıl tanımlayacağımız önem kazanıyor. Eğer swing'e 'caz geleneğine ve bütünlüğüne olan bağlılığı' açısından yaklaşırsak, evet, gerçekten de swing cazın zirvelerinden biridir. Ama daha katı bir tanım kullanıp, cazın doğaçlama içermesi gerektiği ve doğaçlamanın cazın olmazsa olmazlardan biri olduğunu söylersek swing için bir önceki cümledeki yargı geçerliliğini kaybeder. Çünkü dönemin dans orkestralarına göre caz kategorisine çok daha yakın olan orkestralarda dahi öncelikli amaç doğaçlama değildi.
Admin
Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 2401
Kayıt tarihi : 01/04/08

https://muzicfe.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Cazın Doğuşu ve Kökenleri Empty Cool Akımının Doğuşu

Mesaj  Admin Paz Nis. 27, 2008 9:59 am

1949 ve 1950'de Miles Davis ile aranjör Gil Evans, bugün Miles Davis Nonet veya Birth of Cool diye bilinen dokuz parçalık bir kayıt gerçekleştirdiler. Grup, Claude Thornhill’in orkestrasının küçültülmesiyle oluşmuştu. Grupta Lee Konitz ve bariton saksofoncu Gerry Mulligan da vardı. Bu kişiler de çalarken Miles Davis gibi hafif tonları kullandılar. Grupta; piyano, bas ve davul kullanılmasına karşın pek de alışıldık olmayan tuba ve fransız horn’u da vardı. Trombonun varlığına karşın tenor saksofon veya gitar kullanılmamıştı.

Bu kayıttan sonra başını Miles Davis, Stan Getz, Lennie Tristano ve Lee Konitz'in çektiği cool hareketi oluştu.

Dönemin Özellikleri
Cool caz, Charlie Parker ve Dizzy Gillespie’nin bop tarzına kıyasla daha yumuşak ve takip etmesi de daha kolay olan bir caz türü olarak ortaya çıkmıştır. Cool caz müzisyenlerinin en çok etkilendiği kişilerin başında Lester Young ve Count Basie gelmektedir. Cool cazın kurucularından olan Miles Davis ve Stan Getz de Young' dan etkilenmiştir. Cool caz tanımı bir çok müzisyen tarafından çok sıcak karşılanmasa da caz müzik tarihi içerisinde bu dönem cool caz dönemi olarak adlandırılmıştır.

Her ne kadar cool'un bop'a göre daha yumuşak, basit ve melodik olduğu söylense de cool caz türünde bop müzik tarzından pek de farklı olmayan birçok eser de bulunmaktadır. Burada oluşan isim ve tanım karışıklığını gidermek için cool bop denen bir müzik türü de ortaya çıkmıştır. Örneğin Geoger Shearing’in yaptığı müzik kimilerince cool olarak isimlendirilirken kimileri tarafından da bop denilmiştir. Hatta kibar bop anlamına gelen polite bop da dendiği olmuştur!

Cool dönemi diğer caz akımlarından farklı olarak Amerika'nın batı bölgesi ile müzikal anlamda önemli bir bağ kurmuştu. New York bop için neyse batı bölgesi de cool için oydu. Birth of Cool'da karşımıza çıkan müzik Los Angeles bölgesinde beyazlar tarafından da çalınmaktaydı. Konitz ve Davis’in etkileri orada da hissedilmekteydi. Birth of Cool grubundaki tuba ve fransız horn’u gibi değişik enstrümanları da kullanmaktaydılar. Buradakiler Count Basie-Lester Young tarzını Charlie Parker-Dizzy Gillespie tarzına tercih etmekteydiler. Bazı müzikler özellikle bastırılmış gibi çalınmaktaydı, ki gazeteciler bu müziği daha çok Lester Young ve cool caz ile bağdaştırmaktaydı. Sıklıkla kullanılan sololar bop’a kıyasla daha pürüzsüz ve melodikti. Bu tarzda beste ve düzenlenmelere ağırlık verilmeye başlanmıştı.

Batı bölgesindeki caz (West Coast Jazz), artık giderek cool cazla birlikte anılmaya başlamıştı. Gazeteciler ve yorumcular diğer yapılan müziklere pek değer vermemişti ve 1950’lerde batı bölgesinin müziği cool caz olmuştu...

Dönemin Önde Gelen İsimleri
Dönemin önde gelen isimlerinden Lennie Tristano piyanist, besteci ve orkestra şefi olarak bop tarzına alternatif bir modern caz müziği yaratmıştır. O zamanlarda bop’a alternatif olan en önemli müzik onunkidir. Tristano’nun yetişirken etkilendiği kişiler Art Tatum ve Lester Young olmuştur. Etkilendiği bir diğer müzisyen de Johann Sebastian Bach'tır. Öğrencilerine Young’ın eserlerine çalışmaları gerektiğini söylediği gibi, Bach’ın da eserlerini çalışmalarını istemiştir. Tristano’nun kendine özgü özellikleri arasında Tatum’un zor ve etkileyici piyano sololarını başarıyla çalabilmesi de vardır. Öte yandan swing ve Milt Buckner zamanında ortaya çıkan kilitli el tekniğini de çok iyi kullanmıştır. Tristano ve ekibi, Ornette Coleman ve Cecil Taylor’dan çok önceleri Free Jazz denen tarzın da temellerini atmışlardır.

Tristano müzik kariyerinde çok fazla kayıt yapmamıştır (toplam 7 albüm). Satışları da çok olmadığı için albümleri belli kolleksiyoncularda bulunmaktadır. Kendisi caz dünyasındaki etkisini eğitmen olarak hissettirmiştir. Belki de bundan ötürü, bir çok caz müzisyeni onun müziğini yeterli seviyede görmüyordu; yahut Tristano’nun müziğinin bilincinde değillerdi. Tristano müziğiyle, Bill Evans ve Cecil Taylor’u etkilemeyi başarmıştır. Bu yüzden etkisi dolaylı da olsa Herbie Hancock, Chick Korea ve Keith Jarret’a kadar ulaşmıştır.

1940’lı yıllarda Tristano’nun öğrencileri arasında alto saksofon sanatçısı Lee Konitz ve tenor saksafon sanatçısı Warne Marsh öne çıkan isimlerdendir. Konitz’in saksofon stili caz dünyasında yeni bir ses yaratmıştı ve Parker mı yoksa Konitz mi daha hızlı çalıyor gibi tartışmalar yaşanmaktaydı. O dönemde Konitz Tristano’dan etkilenen kendi tarzıyla, Charli Parker’ı taklit eden alto saksofon sanatçılarından çok daha farklıydı. Lee Konitz, 1970 ve 1980’lerde yeni çıkan saksofon sanatçılarını da etkileyen saksofon çalma stilini 1954’ten sonra yaratmıştır. Yeni tarzıyla daha yavaş çalmaya başalmış ve sessizlik ile blues etkileri de katmıştır müziğine.

Lee Konitz'in dışında, kayda değer daha pek çok saksofon sanatçısı da ortaya çıkmıştır. Bunların birçoğu Lester Young’ın tonal kalitesini ve melodik düşüncelerini devam ettirmiştir. Bir kısmı da Charlie Parker’ın müziğini daha ileriye götürmüştür. Bunlardan Jimmy Giuffre, Batı bölgesinde çalanlardan olup 1946-1960 arası kendini göstermiştir. Cool caz doğrultusunda çalmıştır ve çaldığı bütün enstrümanlarla yumuşak müzik yapmıştır. Çizgisi melodik ve sakindir. Klarinette çok orijinal besteler ve doğaçlamalar yaratmıştır. Doğaçlamalarındaki kendine özgülük, tüm modern cazın üstündedir.

Bununla beraber Batı bölgesi'nde, en çok bilinen alto saksofoncu Paul Desmond olmuştur. Desmond’un stilinde melodinin sürekliliği ve üretken bir hayalgücü yatmaktadır. Çaldığı eserler çok net ve temizdir. En önemli özellikleri arasında ise özen, zeka ve ateşli ruhu vardır.

Art Pepper da iyi bilinen başarılı bir müzisyendir. Hareketliden, duygusal veya aşırı duygusal müziğe kadar değişik bir yelpazede müzik yapmıştır. Kısa, hareketli ve ritmi zengin olan bir müzik anlayışı içerisindedir.

Gerry Mulligan dönemin başarılı bariton saksofoncusudur. Miles Davis’in 1949 ve 1950’deki Nonet grubunda besteciliğini de göstermiştir . Claude Thornhill ve Stan Kenton orkestraları için de eserler yazmıştır. Eserleri komplike olmayan bir tarzdadır. Mulligan’ın enteresan özelliği ise piyano olmayan ufak bir grup kurmuş olmasıydı. Grupta bariton saksofon, korno, bas ve davul vardı. Piyanonun eksikliği gruba sade bir müzik havası vermişti.

Trompette, 1950’lerde ve 1960’larda çok değişik müzisyenler ortaya çıkmıştı. Miles Davis tartışmasız en önemli isimdi. West Coast Cool Jazz’ında Chet Baker ve Shorty Rogers muhtemelen en çok bilinen trompetçilerdir. Baker sololarıyla ön plana çıkarken, Rogers besteci yönü ve orkestra şefliği özelliği ile ön plana çıkmaktadır.

Baker bir süre Charlie Parker’la beraber çalıştıktan sonra esas başarıyı Gerry Mulligan’ın grubuna girerek elde etmiştir. Baker’ın sololarında kolay izlenebilen bir hava vardır ve yumuşak bir şekilde çalmıştır. Baker’ın en büyük başarısı bir kaç notayı kapıp onlar üzerine yoğunlaşıp etkileyici melodiler yakalamasıdır. Bu kusursuz notayı yakaladığı anda elde ettiği müzik kırılganlık ve coşkunun bir dengesi olmaktadır.

Shorty Rogers’ın başarılı olduğu saha ise tropmet bestecisi ve düzenlemecisi olmasıdır. Woody Herman ve Stan Kenton orkestraları için çalmış ve besteler yapmıştır. Rogers trompet stilini Davis’in 1940’lı yıllarda çaldışından etkilenerek oluşturmuştur.

West Coast Jazz veya cool caz denilen tarz, davulculara pek de entresan numaralar yapma imkanı vermiyordu. Chico Hamilton buna rağmen ön plana çıkabilmiş bir davulcuydu. Öncelikle Mulligan’ın piyanosuz grubunda çalıyordu. Daha sonra kendi grubunu kurarak ayrıldı. Kurduğu grup da eşine az rastlanır bir gruptu. Grupta çalınan enstrümanlar, gitar, çello,bas, davul, flüt, klarinet ve saksofondan oluşmaktaydı. Flüt ve çello caz müziği için oldukça yeni enstrümanlardı. Kendilerine has müzikle adeta bir oda müziği orkestrasını anımsatıyordu. Bazı zamanlarda grup birkaç melodiyi aynı anda çalardı ki bu cazın ilk tekniklerinden birisidir. Genel olarak Hamilton’ın müziği zengin, orkestral ve ustacaydı.

1950’li yıllarda bir sürü caz piyanisti ortaya çıkmış fakat hiçbirisi Dave Brubeck kadar başarılı olamamıştı. 1955-1985 dönemi içerisinde tüm caz satışlarında Brubeck ikinci sıradadır. 1950 ve 1960’lı yıllarda Brubeck ismi Armstrong ve Ellington gibi cazla özdeş hale gelmiştir. Esas başarısı orkestra şefi ve iyi bir besteci olmasıdır. Besteciliğine hemen herkes hayranlık duymuştur.

Brubeck’in oluşturduğu tarz, bop’tan oldukça farklı ve klasik müziği andıran bir tarzdı. Etkilendiği kişiler ise Art Tatum, Fats Waller ve Cleo Brown olmuştur. Daima bop tarzından kaçınmış ve klasiğe yönelmiştir. Doğaçlamaları daima takip etmesi kolay yapıdadır. Genel olarak daha basit ve duyguludur. Brubeck’in besteleri sevimlidir ve insanda hoş bir duygusal hava yaratır.

Dönemin gitarsitleri içinde Jim Hall en önemli şahıstır. Jim Hall’un çaldığı gitar yumuşak ve sakin bir tonda olup, ses çok temiz ve saf çıkmaktadır. Hall’un bu kibar ve yumuşak çalışı onun diğer bütün caz gitaristlerinden farklı bir yere konmasına neden olmuştur. Jim Hall daima kendinden emin, başladığı soloyu yarım bırakmayan, hiç hatalı başlangıç yapmayan bir performans segiler. Çok hızlı çalabilen bir kişi olmasına rağmen yaptığı müzik onu en yavaş gitar solosuna sahip kişi konumuna getirmiştir.

Tromboncuların arasında dikkat çeken isim de Carl Fontana olmuştur. Doğaçlamadaki üstün yeteneği ve paralel olmayan enstrüman kullanımıyla dikkat çekmektedir. Diğer tromboncularla karşılaşatırıldığında çok daha derin olduğu ortaya çıkmaktadır. Ne yazık ki Fontana çok az kayıt yapmıştır ve bu yüzden de Bob Brookmeyer ve Frank Rosolino daha popüler olmuşlardır. Ancak ikisini de cool caz tarzında çalan kişiler olarak niteleyemeyiz.

Çok az cool caz sanatçısı modern cazda popüler olabilmiştir. Trompetçi Miles Davis ve saksofoncu Stan Getz başarıyı yakalamıştır. George Shearing Quintet ve Modern Jazz Quartet de başarılı sayıalabilen gruplardandır. Dave Brubeck’in grubu ve Modern Jazz Quartet ise çok popüler olup düzenli turnelere çıkmış ve üniversite kampüslerinde çalmışlardır. Lennie Tristano, Lee Konitz ve Jimmy Giuffre gibi üst düzey müzik yapanlar ise meşhur olamamışlardır. Sonuç olarak cool caz gerçek sesini tam olarak duyuramamıştır ve de içlerinden bir kaç kişi akıllarda kalabilmiştir...
Admin
Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 2401
Kayıt tarihi : 01/04/08

https://muzicfe.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Cazın Doğuşu ve Kökenleri Empty Hard Bop Akımının Doğuşu ve Özellikleri

Mesaj  Admin Paz Nis. 27, 2008 10:01 am

Hard Bop Akımının Doğuşu ve Özellikleri
1950'li yıllarda kökeni bop'a dayanan, bunun yanında bop ve cool akımlarından farklı olan bir akım oluşmaya başladı : Hard Bop.

Hard bop akımında bop etkilerini hissetmek gayet kolaydır. Gerektirdiği teknik ustalık ve agresif yapısıyla bop'tan hiç eksik kalır tarafı yoktur. Bunun yanında bazı noktalarıyla bop'tan ayrılır: Doğaçlamalar bop akımındaki kadar karmaşık bir yapı sergilemez, müziğin tonu daha ağır, karanlık ve sert bir yapıdadır. Davulcular hard bop içinde ön plana çıkmıştır ve bununla beraber ritm kısmı önemli rol oynar. Melodik olarak blues'a daha yakındır; bunun yanında funk, soul, gospel etkileri de görülür ve bazı parçalar bu akımlarla iç içe geçmiştir.

Bu özellikler ilk olarak '50 lerin başlarında trompetçi Clifford Brown'un çalışmalarında ve Horace Silver ile Art Blakey'nin kurduğu gruplarda kendini göstermiştir. Daha sonra kurulmuş olan ve bünyesinde Art Blakey ile Clifford Brown'ın olduğu gruplar aynı şekilde çalmaya devam etmişlerdir. Art Blakey ve Horace Silver'ın gruplarında yer almış müzisyenler bu stili 80'ler boyunca sürdürmüşlerdir. Müzikal olarak bop tarzından açıkça ayrılmış olan Miles Davis'in 1955-1961 arasındaki çalışmalarında da hard bop tarzının özellikleri görülür.

Dönemin Önde Gelen İsimleri
Horace Silver, olağanüstü bestecilik ve grup lideri özellikleriyle hard bop'taki en büyük isimlerden biridir. Aynı zamanda kendine özgü bir piyano stili geliştirmiştir. Silver 60'larda, bop'un o uzun ve iç içe geçmiş melodik hattının yerine daha sade bir yapı tercih etmiştir. Silver için önemli olan teknik üstünlük değildir. Kısa ve berrak bir yapı onun için hız ve atiklikten önce gelir. Bu yüzden müziğinde sergiledği fikirler anlaşılması kolay bir yapıdadır.

Silver eşlikçi olarak başlangıçta bop etkileri taşıyor olsa da 50'lerin sonuna doğru kendine özgü bir eşlik stili geliştirmiştir. Çalışıyla, solo yapan müzisyene gideceği yön konusunda bilgi verir. Silver'ın piyanoda eşlikçi olarak böyle bir yaklaşımda bulunması diğer gruplara kıyasla kendi grubuna bir süreklilik kazandırmıştır. Fakat aynı zamanda bu, gruptaki solo yapan elemanlara da bir kısıtlama demek oluyordu. Horaca Silver bestelerindeki kolay akılda kalır melodilerle popüler de olmuş bir müzisyendir.

Trompetçi Clifford Brown stilini büyük ölçüde Fats Navarro ve kısmen de Miles Davis etkisiyle oluşturmuştur. Swing döneminden bu yana en çok takdir edilen trompetçilerin başında yer almıştır. Bununla beraber pek çok müzisyene kıyasla daha az tanınmıştır.

Yüksek bir yaratıcılıkla ve oldukça istikrarlı bir biçimde çalan Brown, Gillespie ve Davis'e kıyasla daha geniş ve rahatlıkla fark edilen bir vibrato kullanmıştır. Brown'un yavaş ve oldukça belirgin vibratolu çalışı, benzer tekniğin 50'li ve 60'lardaki trompetçiler tarafından yeniden kullanılmasının sebebi olabilir. Her ne kadar Brown'un soloları Miles Davis ve Chet Baker'ınkilerden daha komplike olsa da gene de onlarla benzerlikleri vardır ve bundan ötürü çalışı cool akımını da yansıtır.

Brown'ın diğer müzisyenleri etkileyen pek çok yanı vardır. Karmaşık melodileri çalarken bile segilediği rahatlık bunların başında gelir kuşkusuz. Aklındaki düşüncüleri aletiyle çok iyi dile getirebilmesini sağlayan tekniği bunu başarabilmesindeki en önemli nedenlerden biridir. Brown, Charlie Parker ve Dizzy Gillesppie'nin yaptığı gibi müziği devamlı karıştırmak ve dinleyici şaşkınlıktan şaşkınlığa sürüklemek istemiyordu. O, Parker ve Gillespie'nin aksine müziğini daha sade bir şekilde yansıtıyordu. Çalışında swing ruhunu da duyabilirsiniz. Doğaçlamlarında tonunu ön plana çıkaracak şekilde çalmışıtır. Bu açıdan bakıldığında Clifford Brown'ın trompette yaptıkları Sony Stitt'in saksafonda yaptıklarıyla paralellik gösterir. Bu iki sanatçının tekniği ve müziğe olan yaklaşımı diğer hard bop sanatçıları tarafından adeta absorbe edilmiştir.

Clifford Brown kıvrak ve dengeli çalışı ile neşeli bir ruh halini yansıtır. Yüksek tempolarda bile sıcak ve parlak tonunu yansıtmasını bilmiştir. Hemen hemen bütün diğer trompetçiler Brown'un bu hız ve çevikliğini korkuyla karışık bir saygıyla seyretmişlerdir! Brown'un bu coşkunluk verici müzikalitesi Donald Byrd, Bill Hardman, Louis Smith, Lee Morgan gibi trompetçilerin yanı sıra 1980 ve 90'lardaki Roy Hargrove, Phil Harper gibi trompetçileri de etkilemiştir.

Miles Davis ve Clifford Brown uzun bir süre trompetçilerin en büyük esin kaynağı olarak kaldılar. Ancak 1970'lere gelindiğinde genç trompetçilerin büyük bir kısmı -ki aralarında Woody Shaw ve Randy Brecker da vardır- kendilerine yeni bir model buldu: Freddie Hubbard. Stilini Brown, Davis ve Chet Baker etksinde geliştiren Hubbard 60'ların başlarında kendine özgü stil ve yaklaşımı ortaya koymasını bildi. Hubbard'ın stili başlangıçta bop orjinliydi, sonra '60 larda "free jazz" akımında yol aldı, 70'lerde ise jazz-rock hareketinin bir parçasıydı.

Freddie Hubbard trompetçiler arasında en çok gıptayla bakılanların başında gelir. Tonu pürüzsüz, entonasyonu mükemmeldir. Clifford Brown gibi Freddie Hubbard'ın da zamanlaması tartışılmazdır. Ayrıca 'lip trill' denen çok zor bir tekniğin de en başta gelen ustalarındandır. Miles Davis'in vakurlu çalışına ve metodik yaklaşımına karşın, Hubbard'ın yaklaşımı neşe dolu ve içtendir. Büyük bir yaratıcı özgürlük ve kavramsal esneklik sergiler. Çaldığı henüz bitmemişken, aklına yeni ve hoşuna giden bir fikir gelmişse o sırada çaldığını kesip yeni fikri çalmaktan çekinmez. Heyecan dolu stili balladlarda bile kendini belli eder. Hubbard'ın özgür yapısı ile sınırları zorlayan geniş hayalgücünün birleşimi cazdaki trompet anlayışında yeni bir sayfa açmıştır.

Cannonball Adderley, Charlie Parker'ın ölümünden sonraki en iyi doğaçlama yapan saksafonculardan biriydi. Bazıları onu Parker'ın varisi olarak görüyordu. Bazı yönlerden Adderley'in stili Parker'ı andırıyordu gerçekten de : Akıcı, tahmin edilemez ve fikir yüklü... Bununla beraber Adderley çalışını Parker'a değil, swing alanındaki Pete Brown ve Benny Carter'a dayanarak oluşturmuştu. Ancak daha sonraları Charlie Parker ve Eddie Vinson kendisini etkilemiş ve en sonunda da John Coltrane ile birlikte çalmasının sonucu olarak da stili son halini almıştı. Miles Davis ile John Coltrane ile birlikte çalmış olduğu 1957-1959 dönemi Adderley'in yaratıcılığının doruğudur. Bu dönemde Davis'in grubunda çaldığı soloların hemen hepsi dikkate değerdir.

Adderley, alto saksafonuyla öyle derin ve dolu bir ton elde etmiştir ki, zaman zaman alto değil de tenor saksafon dinlediğiniz yanılsamasına kapılabilirsiniz. Kullandığı vibrato ile sıcak ve parlak bir tonu vardır. Pek çok hard bop müzisyeninin tersine çalışı mizah duygusunu da barındırır (hatta Adderley için, "...asi dönemin mutlu insanı" yakıştırması da yapılmaktadır).

1950, 60 ve 70'lerde trompetçi kardeşi Nat Adderley ile pek çok gruba liderlik etmiş, ve bu durum Cannoball'ın ölüm yılı olan 1975'e kadar da sürmüştür. Oluşturduğu gruplarla çaldığı parçaların pek çoğu "funky jazz" olarak da nitelendirilmiştir.

Hard bop'un en başında gelen isimlerinden davulcu ve grup lideri olan Art Blakey caz davul stilinin gevşetilmesini somutlaştırmıştır. Bu, kombo "sound" unun önünde ortaya çıkan yüksek ve doğrudan davul girişleri anlamına geliyordu. Blakey'nin bir eşlikçi olarak çalışı o kadar dinamikti ki onun açısında solo yapmak nerede ise heyecansız bir işti bile denilebilir. Her parçada geliştirdiği hareketler ve hassas olarak ayarlayabildiği ses yüksekliği ile geçişlerin altını çizebiliyor ve ipucu sunabiliyordu. Ekibin ve müziğin ruh halini yönetiyor ve gerilimin ne zaman artıp ne zaman düşeceğine karar verebiliyordu. Onunla çalışmış olan müzisyenler yapılacak doğaçlamaların süresini nasıl belirlediğini ve değişik entstrümanların soloları boyunca gerilimi nasıl kademe kademe artırdığını sık sık anlatmışlardır.

Art Blakey 30 yıl boyunca hard bop'u temsil eden gruplara liderlik etmiştir. Oluştrumuş olduğu gruplarıyla yaptığı müzik son derece sıkı, hareketli ve taviz verrmeyen bir yapıda olmuştur. Blakey'nin grubunda müzisyenlerin hemen hepsi bir numaraydılar ve ilk tanınmışlıklarını Blakey'nin gruplarında elde etmişlerdir. Bu müzisyenlerin pek çoğu sonra kendi gruplarını kurup caz dünyasına önemli katkılarda bulunmuşlardır.

Hard bop gruplarında trombon pek bulunmazdı. Bununla beraber bu dönemdeki gruplarda da çalmış birinci sınıf tromboncular vardır. Şunu belirtmekte fayda var ki hard bop akımı tromboncuların stilleri üzerinde pek bir değişiklik yaratmamıştır. Öyle ki, hard bop döneminde çalan tromboncuların bop dönemindeki çalış stillerinden pek de farklı bir yaklaşım ortaya koymadıkları görülmektedir. Bop döneminde kendini kanıtlamış olan ve hemen hemen bütün müzisyenlerin takdirini kazanmış olan J. J. Johnson hard bop döneminde de trombonun en önde gelen ismidir. 1950 ve 60'larda grup lideri olarak pek çok albüm yapmış olan Johnson aynı zamanda çok başaraılı doğaçlamalar yapmıştır. Art Blakey ve John Coltrane ile yaptığı kayıtlarda mükemmel bir performans ortaya koyan ve J. J. Johnson gibi çok iyi doğaçlama yapabilen dönem bir diğer önemli tromboncusu Curtis Fuller idi. Bununla beraber kariyerinde genel olarak grup elemanı olarak kalmış ve J. J. Johnson kadar tanınmışlık elde edememiştir.

Caz evrimleştikçe basçılar da gittikçe daha çok ön plana çıkmaya başlamıştır. Hard bop da bu konuda bir kilometre taşıdır. Dönemin en önemli basçıları Paul Chambers ve Sam Jones'dur (Ray Brown ve Charles Mingus'a ek olarak). Chambers, Miles Davis'in grubunda iken (1955-63 arası) yaptığı kayıtları ile geniş ölçüde tanınır hale gelmişti. Sam Jones ise Adderley'in 1957-66 arası gruplarındaki çalışıyla biliniyordu.

Paul Chambers aletiyle karanlık ve geniş bir ton elde etmişti. Parçalarda armonik tamamlayıcılığı ve bas yürüyüşleri dikkate değerdir. Ayrıca doğaçlamaları bop stilini ve nefesli sazların basa uygulanışını gösteriyordu. Melodiyi hissetme şekli ile ortaya koyduğu ritmik zenginlik basçılara örnek olmuştur. Chambers gerek canlı gerekse albümlerdeki müthiş performansıyla cazda basın nasıl ön planda olabileceğini ve uzun soloları nasıl ustaca yapabileceğini göstermiştir.

40' lardaki bop döneminde olduğu gibi, 50' lerdeki hard bop döneminde de az sayıda gitarist vardır. Olanların arasında en önemlisi Wes Montgomery'dir. Mızrap yerine baş parmağını kullanan Montgomery, gitarıyla yuvarlark ve dolu bir ton elde etmiştir. Charlie Christian'dan etkilenerek melodik ve rahat/esnek bir stil geliştirmiştir. Telaşsız, swing hissini yansıtır şekilde çalmıştır. Pek çok dinleyiciye göre Montgomery'nin müziği sıcaktır ve hoşnutluk etkisi yaratmıştır. '50 lerin sonu ve '60 ların başında yaratıcılığının zirvesi sayılır. Fakat yaratıcılığının zirvesindeki yıllarda yaptığı çalışmalarla değil, daha sonra yapmış olduğu çok daha az doğaçlamarda bulunduğu ve popüler melodiler çaldığı albümlerle ün elde etmiştir.

Wes Montgomery'den sonra en çok bilinen hard bop gitaristi Kenny Burrell'dir. Burrell'in stili Charlie Christian ve Oscar Moore kaynaklıdır. Burrell aynı zamanda bop'daki nefesli sazların yaklaşımı ile piyanist Horace Silver'da görülen funky tarzı melodik yapıyı aletinde kullanmıştır. Burrell, özellikle org sanatçısı Jimmy Smith'le yaptığı albümlerle de tanınır. Blues ve soul tarzlarına yakın çaldığı bu albümlerin caza olan katkısı ise tartışılır. Fakat bu albümlerle her iki sanatçının da popülerlik kazandığı tartışılmaz bir gerçektir.
Admin
Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 2401
Kayıt tarihi : 01/04/08

https://muzicfe.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Cazın Doğuşu ve Kökenleri Empty 60'lar 70'ler Avant-Garde & Free Jazz

Mesaj  Admin Paz Nis. 27, 2008 10:06 am

Avant-garde terimi, genel olarak kendi döneminde yapılanlara bir yenilik getirip farklı düşünceler ileri süren kişiler ve onların eserleri için kullanılabilir. Bu anlamda her caz dönemi "avant-garde" bir karaktere sahiptir aslında. Ancak caz yazar/eleştirmenlerinin 60'lar ve 70'lerde yapılanlara özel bir isim (dixieland, swing, bop, cool'da olmuş olduğu gibi) bulmak yerine "avant-garde" demeleri 60'lı - 70'li yılların ve bu dönemde yapılan müziğin "avant-garde" ismiyle anılmasının sebebidir.

Free Jazz (serbest caz) 60'larda yapılan müzik için kullanılan bir diğer isimdir. Free Jazz'ın itici gücü Ornette Coleman ve Cecil Taylor idi. Peki deden "free" ? Bunun aslında tam da dönemin karakterini açıklayan bir nedeni var: Free Jazz sanatçıları doğaçlamaları sırasında önceden belirlenmiş akorlar / akor değişimleri ile kısıtlanmak istemiyorlardı. Akorları ortadan kaldırarak kendi istedikleri serbest yani "free" doğaçlamaya kavuşuyorlardı. Tabii akorların ortadan kalkmasının doğaçlamaya yaklaşımdaki tek önemli unusur olduğu düşünülmemeli. "Free" aynı zamanda sıradışı doğaçlama yaklaşımlara atıfta bulunmak için de ortaya atılmış bir şeydi. Buna en güzel örnek Ornette Coleman'ın 1960 tarihli "Free Jazz" albümüdür.

Bu bağımsızlık anlayışıyla bağlantılı olarak pek çok free jazz grubunun piyanoyu gruba dahil etmekten ısrarla kaçındığını görüyoruz. Geçmişten bu yana piyanistler grupta akor değişimlerini sağlayan ve önceden belirlenmiş yapıyı parçada hayata geçiren kimselerdir. İşte bu tam da free jazz dönemin kaçındığı müzik anlayışıdır! Çok az piyanist önceden belirlenmemiş bir altyapı üzerinde doğaçlama yapmaya alışkındı.

Free Jazz Döneminin Önemli Özellikleri

Pek çok free jazz sanatçısı diğer dönemlere kıyasla enstürmanlarından farklı bir ton elde etme yolunda uğraş vermiş ve bu tonu parçalarında kullanmıştır. Aletlerin alışılmış perde sınırlarının ötesine geçilmiş ve son derece tiz perdelerde çalmak yaygınlaşmıştır. Çığlık, inilti sesleri kullanılmış, dinleyiciye kaba ve boğuk gelen tonlar parçaların karakteri haline gelmiştir.


Melodik anlayış bop'taki gibi sıkı bir örgü içinde değildir. Parça sırasında araya giren çığlık ve feryatların yanı sıra parçalarda bitmemişlik duygusu sıkça görülür.


Doğaçlamalarda melodik hattı geliştirmekten ziyade müziğin bütününü besleyip geliştirecek tarzda bir doğaçlama hakimdir. "Free Jazz" terimi pek çok defa müziğin yüksek enerjisini ve yoğunluğunu ifade etmek için kullanılmıştır.


Avrupa kökenli olmayan, dolayısıyla da tonal müzik sistemin dışındaki müziklerin caza adaptosyonu free jazz'daki bir diğer önemli noktadır. Afrika, Endonezya, Çin, Ortadoğu ve Hindistan kökenli müziklerin kullanımı örnek olarak gösterilebilir. Caz ile diğer dünya müziklerinin bu sentezi zamanla evrimleşerek gelişmiş ve bu tarz World Music olarak isimlendirilmiştir.
Dünyanın diğer bölgelerinden müziklerin kullanılması yeni enstrümanları ve enstürman çalış tekniklerini de beraberinde getirmiş, böylelikle free jazz sanatçılarının aletlerini yeni bir yaklaşımla ele alma çabası daha da artmıştır.
Dönemin Önde Gelen İsimleri
Ornette Coleman
Caz dünyasının 1950'lerden bu yana en etkileyici karakterlerinden biri şüphesiz Ornette Coleman'dır. Pek çok insan onun Charlie Parker kadar belirleyici bir etkisi olduğu konusunda hemfikirdir. Alto saksofoncu Coleman (ki aynı zamanda trompet ve keman da çalmaktadır) 1958-1959 yıllarındaki kayıtlarında yumuşak ve pürüzsüz bir ton sergiler. Notalar arasında kesiksiz bir şekilde ilerler. Coleman'ın tonu ne Charlie Parker kadar keskin ne de Cannonball Adderley kadar geniş/dolgundur. Notaları ani bir girişle çalmış ve çok az bir vibrato kullanmıştır. İlerleyen yıllarda ise tonu daha keskin ve parlak hale gelmiştir. Coleman her düşüncesini müzikal olarak ifade etmeyi başarmış olsa da Charlie Parker, Cannonball Adderley ve Lee Konitz'deki üstün virtüöziteye sahip değildir.

Coleman, bop döneminin ardından gelmiş en taze, verimli ve yenilikçi bestecilerdendir. Tarzı gerçekten özgündür. İnanılmaz bir melodik yeteneğe sahiptir. Pek çok melodisinin akılda kalıcı olduğunu fark edersiniz. Bazı parçaları alışılmadık ritm ve armonik yapısına karşın basit gibi gözükür. İşte bu açıdan Monk'la benzerlik gösterir.

Free jazz (serbest caz) olarak olarak nitelendirilse de Coleman'ın müziği kendine özgü başlı başına bir kategoridir adeta. Tempo genellikle sabittir. Onun ve grup elemanlarının çalışında "tesadüfi" olarak adlandırılacak bir şey yoktur. Birbirlerini çok iyi dinlerler ve karar verdikleri anda Coleman ya da grup elemanları doğaçlamaya başlar. Free jazz'daki alışılmışa karşı olup kalıpları yıkma isteği müzikteki bazı temel anlayışları bütünüyle sarsmış değildir. Bunu Coleman'ın en önemli çalışmalarını yapmış olduğu trio'sunda görebiliriz.

Trio performansınlarında ortada belirgin bir solo olması ile olmaması durumu aynı sıklıkta görülür. Davula bas ve saksofon, saksofona da davul ve bas eşlik edebilmektedir.

Eğer "özgürlük" gelenekten gelen anlayış dışında çalmaksa, o zaman ortada ne solo ne de eşlik kalır. Çünkü "solo" ve "eşlikçilik" de, "akor değişimleri", "parça tonu", "önceden belirlenmiş tempo" gibi müziğin oturmuş kavramlarıdır. Gerçek müzikal özgürlük müzisyenin yansıtmak istediğini geçmişten gelen kalıplara uygun hale dönüştürmek zorunda kalmadan çalabilmesidir. Ancak bu, insan doğası gereği pek de mümkün olmayan bir şeydir: Enstrüman çalmayı öğrenmeye başladığınız andan itibaren varmak istediğiniz özgürlüğü kaybetmeye başlamışsınızdır aslında... Bundan dolayı adını "serbestlik-özgürlük" ten alan free jazz için "serbestlik" kavramı pek de iyi bir tanımlama olmayabilir aslında. Ornette'in müziği için de.

Coleman'ın müziğinde akor geçişleri, soloların kaç ölçü çalınacağı gibi önceden belirlenmemiş bazı noktalar vardır. Kimi parçaların temposu sabit de değildir. Parçalarının ise belirli bir tonu varıdr, atonal değildir. Raslantısal hiç değildir. Coleman rahatça parça içinde tonu değiştirir ancak her tonun üzerinde o anki tonu belli edecek kadar durur. Geçişleri net ve mantıklıdır, melodik bütünlüğü ve doğaçlama hattını yansıtır.

Akor değişimlerini kullanmaya karşı çıkarak Coleman zor bir iş üstlenmiştir. Akorlar müzik içinde gerilim ve rahatlama duygularını hissettirmek için gereklidir. Müzikteki yükseleme ve düşüşleri yansıtır. Ancak Coleman akorlarları kullanmadan da basçısı ve davulcusu ile bu hissiyatı dinleyiciye aktarmayı bilmiştir.

Coleman için öncelik taşıyan şey melodidir. Armoni bundan sonra gelir. Modern caz Ornette Coleman'dan etkilenmiştir çünkü orjinal, duygusal ve melodik saksofon stili kendine özgüdür. Tabii tekrar belirtmek gerekir ki en önemli etkisi akor ve akor değişimlerini kullanmayışı, belirlenmiş kalıplara göre değil çaldığı melodi nereye gidiyorsa doğaçlamada kendisinin de oraya gitmesidir.

Coleman'ın 1960 tarihli "Free Jazz" albümü yarattığı etki açısından Miles Davis'in "Kind of Blue" albümüyle paralellik gösterir. "Kind of Blue" modal yaklaşımları popülerleştirmiştir, "Free Jazz" ise serbest formdaki yaklaşımların daha sık kullanılmasına neden olmuştur. Coleman, Free Jazz albümünde piyanosuz iki quartet kullanmıştır. İlki kendisinin de düzenli olarak çalıdğı quartet'tir: Don Cherry(trompet), Charlie Haden(bas), Eddie Blackwell(davul). Diğer quartet ise şu önemli isimlerden oluşmaktadır: Eric Dolphy (alto saksofon, bas klarinet), Freddie Hubbard(trompet), Scott LaFaro(bas) ve Billy Higgins(davul). Sekiz müzisyen aynı anda çalmış, bazen de toplu doğaçlama yapmışlardır.

Albüm sahip olduğu isme rağmen aslında tamamıyla "free" değildir. Önceden düzenlenmiş kimi ensemble pasajları, ritm kısmının eşliğindeki sololar ve bas düeti buna örnek olarak gösterilebilir. Bazı sololar (özellikle Freddie Hubbard'ınkiler) kulağa akor değişimleri düşünülerek çalınmış gibi gelmektedir.

Coleman'dan önce de bu şekilde toplu doğaçlama içeren kayıtlar vardı. Ancak bunlar tekil kalmış ve cazda bir akım oluşturmamıştı. "Free Jazz" albümünden sonra ise diğer pek çok müzisyen bu formatta kayıtlar yapmıştır.

Don Cherry

Don Cherry (1936-1995) trompetçi, besteci, grup lideri ve free jazz'in önde gelen temsilcilerindendir. 50'lerin sonları ve 60'ların başlarında Ornette Coleman'ın gruplarındanki değişmez isimlerden biridir aynı zamanda. Coleman'ın Something Else, Change of Century ve Free Jazz gibi önemli albümlerinde yer almıştır. Cherry, Coleman'ın yanı sıra Fats Navarro ve Clifford Brown gibi bop trompeçilerinden de etkilendiğini söyler.

Bop akımı Cherry'i beslemiş olduğundan çaldığı pasajlarda ve nota seçimlerinde bop tarzını görmek mümkündür. Yine de (Coleman'da olduğu gibi) Don Cherry'nin çalışı başlı başına farklı bir tarzdır. Gruplarında piyano, gitar gibi akor çalmaya müsait enstrümanlar kullanmamıştır. Kariyerinin önemli bir bölümünü Doğu, Türk ve Hint müziği üzerine yaptığı çalışmalar oluşturur.

Doğaçlamarında çok esnektir, kollektif doğaçlamardaki ustalığı aynı zamanda mantık dolu sololarında da duyulur. Aslında bu açıdan cazın ilk dönemini hatırlatır: hissiyat ve esneklik sonucu ortaya çıkan kaliteli bir kollektif müzik.

1960'lardan bu yana Cherry vaktinin önemli bir bölümünü Avrupa'da geçirmiş ve kayıtlarının çoğu caz dışı müziklerden oluşmuştur. Bu müzik World Music olarak adlandırılmıştır. Cherry'nin Doğu müziğine olan ilgisi grubunda tambur, sitar, parmak zili ve gong gibi enstrümanlara yer vermesinin nedenidir. Bu yer verdiği enstrümanlara yönelik besteler yapan Cherry aynı dönemde flüt, bambu flüt ve değişik perküsyon aletlerini çalmayı da öğrenmiştir.

Cecil Taylor

1929 doğumlu Cecil Taylor piyanist, besteci ve grup lideridir. 50'lerin sonu ile 60'ların başında kendine özgü bir piyano stili oluşturmuştur. Tarzı sadece farklı, yenilikçi ve sıradışı olmakla kalmaz, aynı zamanda modern caz stilleri arasındaki önemli alternatiflerden biridir.

Swing'i onda açık bir biçimde duyamazsınız. Cecil Taylor'un müziği swing duygusu taşıyamayacak kadar gergindir. Belli bir melodik hattı geliştirmekten ziyade müziği derinliğine ve dikey olarak düşünüp geliştirme anlayışındadır. Taylor'un çalışı üst üste bünmiş katmanların olduğu izlenimi uyandırır dinleyicide. Sıkıca paketlenmiş, hızlı, hareket dolu. Piyanoyu adeta bir perküsyon aleti gibi kullanır, klavyeye ataklarda bulunur. Geleneksel piyano çalışındaki o "huzur" Cecil Taylor'un çalışında yoktur. Müziği tamamıyla serbest forma dayanmaz ancak önceden konulan armonik kısıtlamaları uygulamaz. Bu da grubundaki elemalarına serbest doğaçlama yapma imkanı sağlamıştır.

Albert Ayler

Tenor saksofoncu Albert Ayler, doğaçlamalarıyla, Charlie Parker ve Ornette Coleman'ın ardından gelen en orjinal isimlerden biridir. Tarzı da caz tarihindeki en alışılmadık tarzlar arasındadır. Teorik olarak saksofondan çıkan en tiz notanın bir oktav kadar üstüne çıkmıştır. Ayler'in müzik sözlüğünde inilti, ağlama ve feryatlar bolca yer tutar. Çoğu saksofoncunun dolaşmaktan çekindikleri tiz perdelerde gayet rahattır. Çalışı kemanın hızlı ve bağlı çalınan notalarını çağrıştırır. Müziğini beğenseler de beğenmeseler de, o, dinleyicilerine duygu yüklü bir tecrübenin parçası olma yolunu açmıştır.

Ritmik anlayışı bop'tan farklı olan Albert'in müzikal anlayışı çoğu zaman cazdan ziyade klasik ve folk müziğe yakındır. Parçalarında devamlı artan bir gerilim vardır. Coleman gibi Ayler de ilk kayıtlarında Charlie Parker parçalarını yorumlamıştır (örneğin My Name Is Albert Ayler albümünde "Billie's Bounce" parçası).

Ayler, Coltrane'in 60'ların ortalarındaki tarz değişikliğindeki önemli unsurlardan biri olmuştur. 70'ler ve 80'ler boyunca gündemdeki saksofoncuların çoğunun üzerinde etkisi vardır. Coleman, Coltrane ve Ayler üçlüsünün gerek müzikal gerekse teknik yaklaşımları kendilerinden sonra caz arenasına çıkan saksofoncularının hemen hepsinde iz bırakmıştır.

Charles Mingus

Charles Mingus (1923-1979) caz tarihinde şu açılardan önemlidir:

Jimmy Blanton'dan sonra caz arenasına gelen ilk bas virtüözüdür.
Alışılmış metod ve yaklaşımların dışına çıkmış bir grup/orkestra lideridir.
Besteceliği ve aranjörlüğü çok önemli bir yer tutar:
Erken dönemdeki cazdan Duke Ellington'a, bop'tan free jazz'a pek çok fikri bir potada eritmeyi başarmıştır.
Siyahi Gospel müziği, Meksika folk müziği ve Avrupa kökenli klasik müzik Mingus'un beslendiği kaynaklar olmuştur.
1940'ların ortalarından itibaren grup lideri olarak dikkat çekici kayıtlar gerçekleştirmiş olsa da, Mingus 50'lerin sonuna değin fazla tanınmıyordu. 50'lerin sonunda büyük plak firmalarıyla sözleşme imzaladığında Miles Davis, Dizzy Gillespie, Charlie Parker gibi isimlerle zaten kayıtları vardı. Mingus'un besteciliği ve lider kimliği en az basçılığı kadar önem taşır.

150'den fazla bestesi olan Mingus'un bu eserleri çok farklı alanlara yayılmıştır:

funky, blues ve gospel eksenli müzik
TV için program müziği
üçüncü akıma ait müzikler
bop
free jazz
film müziği
Kariyeri boyunca Ellington'ın etkileri çalışmalarına yansımıştır. Özellikle erken dönem çalışmalarında bu açıkça görülür (ör. 1946 kaydı "Bedspread"). Ellington'a ithaf edilen "Duke's Choice" ve "An Open Letter to Duke" gibi parçaları da vardır.

Orkestra çalışmalarından ziyade küçük gruplarla (combo) yaptığı kayıtlar Mingus'un daha çok bilinen çalışmalarındandır. Gruplarıyla yaptığı çalışmalar dönemindekilere göre oldukça yenilikçidir. 4-5 kişiden oluşan caz gruplarında alışılan şey ana temanın çalındıktan sonra grup üyelerinin sırasıyla solo yapması ve son olarak da tekrar temanın çalınarak parçanın bitmesiydi (ki hala da baskın olarak görülen form budur). Ancak bu yaklaşıma Mingus'un kayıtlarında nadiren rastlanır. Bop'taki eşlikçilik anlayışını da reddetmiştir. Bazı sololar sırasında tek eşlik el çırpma ve haykırışlardır. Mingus'ta davul aynı parça içinde farklı ritm kalıplarını kullanabilir. Parçada tempo yavaşken devamında iki katına çıkabilir. Caz tarihinde tempoyu kademeli olarak yükseltip indiren nadir grup liderlerinden biri olmuştur.

Eric Dolphy

Modern caz pek çok virtüöz saksofoncuyu sahneye sürmüştür, ancak Eric Dolphy üç enstrümanda birden virtüöziteye ulaşmıştır: alto saksofon, bas klarinet ve flüt. Dolphy çaldığı enstrümanlarda en pesten en tize her sesi rahatlıkla elde etmiş, teorik olarak enstrümanlardan çıkması beklenmeyen sesleri de çıkarmıştır. Kısaca söylemek gerekirse Dolphy'i dinlerken çaldığı enstrümandan elde edilebilecek bütün sesleri duyabilirsiniz! Hatta sololarında kuş sesleriyle benzeşim gösteren sesleri dahi bulup kullanmıştır.

Monk gibi kendine özgü bir bestecidir. Hatta Dolphy'nin besteleri dinleyicilerin kafasını Monk'unkilerden daha çok karşıtırır çünkü hızlıdır, akıp gider. Oluşturduğu etki "tuhaflık" ve "tahmin edilemezlik" tir. Sololarındaki nota seçimleri akor değişimlerine ya da eşlikçiye bağlı değildir. Dolphy'nin yaşam tarzı tam da "avant-garde" ile uyuşmakta ve "out" ifadesiyle örtüşmektedir.

Bazı dinleyici, müzisyen ve müzik eleştirmenleri Dolphy'nin çalarken ne yaptığını bilmediğini, biliyorsa da bunun insanları aptal yerini koymak olduğunu söylemişlerdi. Ancak zannedilenin aksine Dolphy ne yaptığını gayet iyi biliyordu ve oldukça da sağlam bir müzik eğitimine sahipti. Notaları akor geçişleriyle bağlıydı da: çoğunluğun alışmadığı şekilde fakat! Dolphy'nin müziği bu dönem içindeki gerçek "free jazz" sayılabilir.

Dolphy'nin bilinen ilk kayıtları 50'ler boyunca Chico Hamilton Quintet ile yaptıklarıdır. 1960-64 arası Mingus'la çalışmış ve dönemin önemli kayıtlarına imza atmıştır. 1961-62 yıllarında John Coltrane ile bir de turneye katılmıştır.

Ornette Coleman ya da John Coltrane kadar geniş bir etki yaratamamışsa da saksofon ve flüt sanatçılarına yeni bir yolun olduğunu işaret ederek onları etkilemiştir.
Admin
Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 2401
Kayıt tarihi : 01/04/08

https://muzicfe.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Cazın Doğuşu ve Kökenleri Empty FREE JAZZ'DA DAVUL VE BAS

Mesaj  Admin Paz Nis. 27, 2008 10:07 am

Davul

Geniş bir hayal gücüne sahip pek çok davulcu free jazz ile özdeşleşmiştir. Geliştirdikleri stil, tekrarlı ride ritmleri ve high-hat ile bas davulda çalınan kalıpların dışındadır. Swing ve bop ile kıyaslandığında "free" tarzdaki davul çok daha az tahmin edilir figürler koyar ortaya. Free jazz davulculuğu klasik batı müziği orkestralarındaki vurmalı sazların karakteristiğini taşır bir anlamda: zaman sağlayıcı olmak yerine müziğe nüans ve renk katma. Free jazz dönemin önemli davulcuları arasında Milford Graves, Rashied Ali, Sunny Murray, Andrew Cyrille, Beaver Harris, Don Moye, Billy Higgins, Paul Motian gibi isimler ön plandadır.Bas

Free jazz dönemi davulda olduğu gibi basta da verimli bir dönemdir ve pek çok iyi basçı kendini göstermiştir. Bunların arasında en iyi bilinenler Charlie Haden ve Dave Holland'dır.

1937 doğumlu Charlie Haden 50'li ve 60'lı yıllarda Ornette Coleman ile yaptığı çalışmalarla caz dünyasında geniş ölçüde tanındı. Bununla beraber 70'li yıllarda Keith Jarrett Quartet'in bir üyesi olarak dikkatleri yine üzerine çekti (ki bu quartet de Ornette Coleman'ın müziğinden esinlenmişti). Her ne kadar free jazz kategorisinde yer alsa da Haden'ın armonik temellere sıkı sıkıya bağlı bir çalışı vardır. Bundan ötürü olsa gerek ki kendi çalışmalarında geleneksel caza daha yakındır. Nefesli sazların arkasında çalarken bir zamanlama duygusu ve swing anlayışını yansıtmıştır.

Eşlikçi olarak bakıldığında Haden, önündeki solonun yönü ne hızla değişirse değişsin buna uygun cümleler kurabilmiştir. Dolu ve sıcak bir tonu vardır. Haden enstrümanındaki tonu zenginleştirebilmek için özellikle çaba harcamış, kendi sololarında hızdan ziyade ses kalitesini ön planda tutmuştur. Bu yönüyle kendi dönemindeki pek çok basçıdan ayrılır.

Dave Holland "free" formdaki çalışmalarının yanı sıra Miles Davis ve Chick Corea gibi sanatçılarla yaptığı çalışmalarla da tanınır. Hangi tarz olursa olsun Holland her zaman doğru notaları seçmekte ve bunu müzikal bir bütünlüğe taşımaktadır. Çalışı kuvvetli ve kendinden emin bir havadadır. Pek çokları onun Scott LaFaro gibi geniş bir hayal gücüne sahip olduğu görüşündedir. Doğallık Holland'ın stilindeki belirleyici etkenlerden biridir. Hızlı tempolarda dahi swing'ten taviz vermez, zamanlaması gayet sağlamdır. Saksofoncu Sam Rivers'ın grubuyla yaptığı çalışmalar, Charlie Haden'ın Ornette Coleman'la ve Keith Jarrett ile yaptıklarıyla paralellik taşır. Ancak Dave Holland Charlie Haden'a göre daha hızlı ve çeviktir. Bundan dolayı önündeki nefesli sazlarlardan aşşağı kalmayan bas sololar çalabilmektedir.


Chicago Avant - Garde
50'lerin sonları ile 60'ların başında Chicago'lu siyah cazcılar dikkat çekmeye başlamıştı. 70'lerin sonlarına doğru ise geniş bir kitle Chicago tabanlı bu hareketi takip ediyordu. Bu müzisyenlerin yaptığı müzik 60'lar ve 70'ler boyunca avant-garde'ın tanımı oldu. Chicago akımını oluşturan başlıca üç oluşum vardı:

Sun Ra
AACM (the Association for the Advancment of Creative Musicians)
Art Ensemble of Chicago
Sun Ra

Sun Ra (1915-1963) son derece yaratıcı bir besteci, piyanist, aranjör ve grup lideriydi. 1930'dan itibaren profesyonel müzik yaşantısına başlayan Sun Ra, orkestrasını 1950'lerde kurdu. Ellington orkestrasında olduğu gibi Sun Ra'nın orkestrasında da pek çok müzisyen 20-30 sene boyunca Sun Ra ile beraber müzik hayatına devam etmiştir.

Sun Ra'nın müziğindeki etkiler ve beslendiği kaynaklar :


Bazı parçaları Afrika şarkıları üzerinde kuruludur.
Kimi çalışmaları Coltrane'in 60'ların ortalarında yaptığı tarzdadır.
Sun Ra'nın 50'lerin ortalarında yaptığı müzik, Ellington'un 40'larda yaptığının modern caza uyarlanması gibi düşünülebilir.
60'ların ortalarındaki eserleri, modern klasik müziğin elektronik enstrümanlara göre düzenlenmiş halini andırır.
Sun Ra orkestrasındaki enstrüman yapılanması da diğer orkestralardan farklılık gösterir:

Farklı trompet, saksofon, trombon, piyano, bas ve davul kombinasyonları denemiştir.
Elektrik piyano ve synthesizers kullanarak orkestrasındaki ses rengini arttırmıştır (ki bu elektrikli enstrümanlar rock gruplarında yaygın hale gelmeden daha önce Sun Ra tarafından kullanılmıştır).
Timpani, xylophone, marimba ve zil kombinsayonları kullanmıştır.
Pikolo, obua, bason ve bas klarinet de çalabilen saksofoncuları tercih etmiştir.
Her elemanın aynı zamanda perküsyon çalabilmesini şart koşmuştur.
1960'lardaki albümlerinin çoğu (özellikle Heliocentric Worlds of Sun Ra vol.1 & 2) ve yaklaşımı 20. yy klasik bestecilerinden Edgard Varese ve Krzysztof Pendericki'nin çalışmalarına dayanır.

Sun Ra için önemli olan sesin kendisidir. Sesin niteliği ilk ele alınması gereken şeydir. Armoni ve melodi bunu izleyen sonraki süreçlerdir. Sun Ra'nın free jazz yaklaşımı Coleman ve Coltrane'den farklıdır. Çünkü gerek Coleman gerekse Coltrane'de "süreklilik" ve parçaların düzenlemesi çok açık bir biçimde takip edilebilir. Sun Ra'da durum farklıdır. Ayrıca Sun Ra kollektif doğaçlamayı big band ile gerçekleştirmiş ve çok daha zor bir işe girişmiştir.

Ellington gibi Sun Ra da orkestrası ile caz dünyasına pek çok iyi müzisyen kazandırmıştır. Bunların arasında Marshall Allen ile John Gilmore ilk akla gelenlerdir.

Sun Ra'nın konserlerinde kostümler, ışık gösterileri ve şarkılar ile izleyici kendini bir multimedya gösterisi içerisinde bulur adeta. Bu yönüyle cazdan çok rock konserlerine benzer bir hava taşır.

The Association For The Advancment of Creative Musicians - AACM (Yaratıcı ve İlerici Müzisyenler Birliği)

Chicago kökenli AACM, 1960'larda saksofoncu Fred Anderson ve piyanist Muhal Richard Abrams tarafından kuruldu. Konserler düzenleyip kayıt olanakları sağlamışlar, bop geleneğine bağlı olmayan siyah caz müzisyenlerini desteklemişlerdir. Müzikleri elektronik değildir, jazz-rock'dan ayrılır bu yönüyle. AACM okulunun ortaya koyduğu müzikte ritmik yapı cazın geleneksel anlayışından ziyade modern klasik müzik anlayışına yakındır. Sololar bop kalıplarından kaçınarak daha serbest formlara yönelmiştir. AACM'de Mingus'un "... her performans önceden tamamlanmış bir ürünün çalınarak izleyiciye sunulması değil, izleyiciyle beraber gidilen ve önceden bilinmeyen bir noktadır." görüşü hakimdir.

The Art Ensemble of Chicago

The Art of Ensemble of Chicago grubu 60'ların sonuna doğru ortaya çıkmıştır. Katı kuralların dışında özgür bir yaklaşımla müzik yapma amacı gütmüşler, stillerini buna göre belirlemişlerdir. Grubun beklentilere göre hareket etme ya da seyirci isteklerini gerçekleştirme gibi bir kaygısı yoktur. Kimi zaman caz yaklaşımlarını kullanmışlarsa da, dünya müziğindeki bütün elementler onların müziğinin bir parçasıdır.

Çalışmalarının bir kısmı Ornette Coleman, Don Cherry ve Albert Ayler etkisindedir. Sololara bakıldığında Ornette Coleman'ı hissetmek mümkündür. Tonal yaklaşım ve ses rengi açısından ise Ayler'in yöntemlerini benimsemişlerdir. Pek çok free jazz grubunda olduğu gibi The Art Ensemble of Chicago da piyano kullanmamıştır.

The Art Ensemble of Chicago'da Lester Bowie trompet, Malachi Favors bas, Joseph Jarman ve Roscoe Mitchell saksofon çalmaktadır. 1970'lerden beri davulda Don Moye da grupla birlikte kayıt yapmaktadır. Ancak grup elemanları sadece bu yukarda sayılan enstrümanlarla yetinmeyip pek çok enstrüman çalmaktadır. Turne sırasında gittikleri ülkelerin pek çok enstrümanın alıp onları da müziğine dahil eden Art Ensemble of Chicago'nun sahnesi bir enstrüman müzesini andırır adeta.

Art Ensemble of Chicago karmaşık akor geçişleri ve virtüözite sergilemek yerine sadeliği tercih eder ve dikkatli bir biçimde 'sessizlik' öğesini kullanır. Grup sessizlik ve ses şiddetinin değişimi olgusunu pek çok defa parçalarında yansıtmıştır.

Anthony Braxton

AACM'den çıkan en yetenekli figürlerden biri de Anthony Braxton'dır. Braxton, müziği kategorizasyonu reddeden müzisyenlerin önde gelenlerinden biridir. Şu ana kadar icat edilmiş bütün kamışlı sazları çalabilen Braxton, bütün çaldığı enstrümanlarda da kendine özgü bir ton elde etmeyi başarmıştır. Doğaçlamaları modern cazın önde gelen temsilcileri olan Charlie Parker ya da John Coltrane'den farklıdır.

Genel olarak caz çerçevesine konulsa da Braxton'un 'cazımtrak' soloları müziğinin çok az bir kısmını oluşturur. Kimi eleştirmenlerin atonal müzik yaptığını iddia ettikleri Braxton, aslında Lee Konitz'le Eric Dolphy'den etkiler taşır. Senfonik çalışmalarında Karlheinz Stockhausen, Krzysztof Penderecki ve John Cage etkileri açıkça görülür.

Üreticiliği ve eserlerindeki orjinalliği ile Braxton, yorulmak bilmeyen ve hayal gücünün ucu bucağı olmayan bir müzik adamıdır.


The World Saxophone Quartet

AACM'nin Chicago'da üstlendiği misyonun benzerini, 1968'de kurulan The Black Artist Group St. Louis'de üstlendi. 70'lerde ve 80'lerin başında üç saksofoncu bu oluşumun önde gelen isimleri oldu: Oliver Lake, Julius Hemphill ve Hamiet Bluiett. Bu üçlü pek çok konser verdi ve kayıtlar yaptı. Bahsi geçen bu üçlünün ön plana çıkışı ise Los Angeles kökenli saksofoncu David Murray'in onları katılımı ile gerçekleşti. Murray'in katılımıyla sayısı dörde çıkan grup, saksofon dörtlüsü gibi fazla rastlanılmayan bir projenin kurucları oldular. 1976 yılı World Saxophone Quartet'in kuruluşu oldu. Grupta Lake ve Hemphill altoda, Murray tenorda, Hamiet Bluiett de bariton saksofonda yer alıyordu (bu arada, her ne kadar grup bir saksofon dörtlüsü de olsa, duruma göre grup elelamları klarinet ve flüt de çalmaktaydı).

Kısmen Albert Ayler ve Ornette Coleman yaklaşımıyla hareket eden WSQ, kompozisyona büyük önem vermiştir. Ses rengi olarak hem free jazz hem de Duke Ellington'ın erken dönemdeki gruplarından beslenmişlerdir.


Popülerite
Free jazz, caz akımları içerisinde en az popüler olanıdır. Bu tarzın çalınmaya başlandığı ilk yıllarda gruplar çoğu gece kulübü tarafından reddedilmiş ve kayıt firmaları da kendileriyle ilgilenmemiştir. Bundan dolayı free jazz akımına bağlı sanatçılar albüm yapmakta büyük sıkıntı çekmiştir. Aradan geçen 40 yıla rağmen free jazz'a olan bakışta pek bir değişiklik olmuş değil. Don Cherry, Albert Ayler, Sun Ra, Cecil Taylor gibi dönemin önde gelen sanatçılarının albümlerine ulaşmak zor ve bazı tükenmiş olan albümler de tekrar basılmıyor. Zaten radyolarda çok fazla yer almayan caz içinde, free jazz akımı en az şans tanınan tür.

Müzisyenler free jazz'ın içinde bulunduğu bu durumun promosyon ve tanıtım/reklam eksikliğinden kaynaklandığını söylese de, modern caz içersinde hiç promosyonu yapılmadığı halde iyi satış grafikleri yakalayan pek çok çalışmanın yer aldığı da bir gerçek. Sorun şu ki, pek çok dinleyici için free jazz; swing duygusundan uzak, kaotik ve hırçın. Bu da, diğer caz türleri yanında "dinlenilmesi en zor tür" sıfatının kendisine yüklenilmesine neden oluyor.

Free jazz'da geliştirilen kavram ve yaklaşımların önemli etkisine karşın bu kadar dar bir dinleyici kitlesiyle sınırlı kalması ise oldukça düşündürücü.
Admin
Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 2401
Kayıt tarihi : 01/04/08

https://muzicfe.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Cazın Doğuşu ve Kökenleri Empty Jazz - Rock Fusion Akımı

Mesaj  Admin Paz Nis. 27, 2008 10:09 am

Jazz - Rock Fusion Akımı
Swing döneminden sonra en çok popüler olmuş caz akımı "jazz-rock fusion" olarak nitelendirilir. Değişik türleri birleştiren bu caz akımı 1970'li yıllara damgasını vurmakla kalmamış, aynı zamanda 1980'li ve 1990'lı yıllarda müzik piyasasında başlıbaşına bir kategori teşkil etmiştir.

Bu akım içinde yer alan yüzlerce müzisyen vardır, ancak ön planda Miles Davis, Larry Coryell, John McLaughlin, Joe Zawinul, Jaco Pastorius gibi isimler sayılabilir.


Dönemin Özellikleri
Caz, Rock ve Funk Arasındaki Temel Farklar

Caz denilen müzik türü, hangi dönemi ele alınırsa alınsın rock ve funk türlerinden ayırd edilebilir çünkü rock ve funk müzik türünde:

müzikal ifadeler daha kısadır
akor değişimleri daha azdır
melodiler daha basittir
armoni daha basittir
doğaçlama, özellikle de eşlikçilerin doğaçlamaları daha kısadır
aynı melodi daha sık tekrar edilir
davul kalıpları daha basit ve tekrarlıdır
bas kalıpları daha vurgulu ve tekrarlıdır
Rock ve funk performansları esnasında pek çok şey önceden ayarlıdır, cazda ise durum böyle değildir. Caz, her yeni çalışta soloların doğaçlanmasını gerektirmekle kalmaz aynı zamanda bu soloya eşlik eden müzisyenleri de doğaçlama yapmaya zorlar. Bir parçanın iki çalınışının birebir aynı olması, doğaçlamadan kaynaklanan farklılıklar içermemesi cazda pek rastlanan bir durum değildir.

Caz türünü rock ve funktan ayıran bir başka faktör de ritm duygusudur. Cazdaki ritm duygusu esnekliği ve rahatlığı vurgularken rock türünde yoğun ve sert bir ritm esastır. Bir başka ayrım ise kendini tercih edilen enstrümanlarda gösterir. Cazcılar daha çok akustik enstrümanları tercih ederler ve bol efektli ses yükseltici sistemleri tercih etmezler.

Her ne kadar caz, rock ve funk türleri, iş şarkıları, blues, gospel gibi ortak bir kökten gelseler de müzik evriminde vardıkları nihai noktalar farklıdır. Mesela caz formel Avrupa konser müziğini esas alır, vokaller ağırlıklı değildir yani temelde enstrümantal müziktir. Kimi zaman radikal 20. yy. senfonik müziği kadar sıradışı olabilir. Rock ve funk müzik türleri ise genellikle vokallere ağırlıklı olarak yer verirler ve temel beste şekillerinden çok uzaklaşmazlar. Süreç içinde rock ve funk çok geniş kitlelere ulaşırken caz daha çok klasik oda müziğine benzer bir statüye sahip olmuştur çünkü dinleyicisi rock ve funk'a kıyasla daha azdır ve belli bir uzmanlık seviyesindedir.

1950'li yıllardan önce blues ve gospel müzikleri daha çok zenciler tarafından icra edilen ve yine zenci kitleyi hedef alan müzik kategorisinde popülerdi. 1920'lerdeki Bessie Smith'ten 1940'lardaki Louis Jordan'a dek pek çok sanatçı "ırk kaydı" olarak da isimlendirilen bu tip kayıtlar gerçekleştirmiştir. 1949 yılında ise bu popüler müzik kategorisi yeni bir isme kavuşarak "rythm and blues (R&B)" adını almıştır ve bu müzik türü rock and roll üzerinde etkili olmuştur. R&B türüne ek olarak, rock müziği batı swing'inden de etkilenmiştir. Rock müziğinin pek çok farklı türe dayanması sonucu ortaya çıkan gelişiminde, R&B'ye kıyasla caz türüne daha uzak durduğu söylenebilir.


Dönemin Önde Gelen İsimleri
Caz-Rock Öncüleri

1960'lı yıllardaki caz-rock öncüleri arasında '66 yılında gitaristliğini Larry Coryell'in üstlendiği Free Spirits, '67 yılındaki vibraharpist Gary Burton'ın dörtlüsü gibi gruplar sayılabilir. Ancak en büyük popülariteyi kazanan bu gruplar değil de Blood, Sweat & Tears adlı grup olmuştur. Sekiz elemanlı bu grubun vokal tarzı James Brown ve Ray Charles karışımı olup, nefesli sazlar da gene adı geçen sanatçıların gruplarındaki nefesli düzenlemelerini andırmaktadır. Bir başka meşhur grup da 1968 yılındaki Chicago grubudur. Yedi kişilik bu grup solo vokallere ve geç 1960 Motown dönemi tarzında trompet, trombon ve saksofon düzenlemelerine yer vermiştir. Adı geçen gruplar ve benzerleri dönemin gazetecileri tarafından "caz-rock" grupları olarak nitelenmiş ve çok yüksek albüm satışları ile dikkat çekmişlerdir.

Miles Davis

1964-1968 arasındaki Miles Davis Quintet, mevcut caz tarzlarına pek çok katkıda bulunmasının yanı sıra, funk ve rock müzik araçlarını caz ile birleştiren ilk ve en önemli gruplardandır. Davulcu Tony Williams ve basçı Ron Carter'ın çalışları sonucunda grubun "sound"u rock ritmlerini andırır hale gelmiştir. 1968 yılında hazırlanan "Filles de Kilimanjaro" albümü grubun cazdan uzaklaşmaya başladığının bir göstergesidir. Bu albümde sadece elektrikli piyano ve bas gitar kullanılmakla kalmamış, aynı zamanda davullar keskin ve sıkı bir şekilde çalınarak geleneksel caz davulundan uzaklaşılmıştır.

Bundan sonra grubun çıkardığı iki albüm 1970'li yıllardaki modern cazın rotasını çizmiştir. Bu albümler "In A Silent Way" ve "Bitches Brew" isimini taşımakta olup ikisi de 1969 yılında kaydedilmiştir. Bu albümde pek çok müzikal yaklaşım bir araya gelmiş ancak baskın olan tarz caz ve funk karışımı olmuştur. Albümlerin melodik yapısı ağırlıklı olarak Wayne Shorter'ın "Nefertiti"sindeki yapıyı andırmaktadır ve Bitches Brew albümünde de Shorter'ın "Sanctuary" melodisi kullanılmıştır.

In A Silent Way, Miles Davis'in piyanist besteci Joe Zawinul ile önemli ortaklığının başlangıcı olarak kabul edilebilir. Joe Zawinul 1960'lı yıllarda Cannonball Adderley Quintet ile çalışmış ve daha sonra besteleri, düzenlemeleri ve klavye çalışı ile Davis'in grubunun yeni tarzında epey etkili olmuştur. Zawinul'un Davis'in kariyerinde oynadığı rol 40'lı ve 50'li yıllarda Gil Evans'ın, "Kind of Blue" döneminde Bill Evans'ın ve 64-69 döneminde de Wayne Shorter'ın oynadığı role benzetilebilir.

Miles Davis, grubu ile pek çok yeniliğe imza atarken kendi trompetine de radikal bir şekilde yaklaşmıştır. Enstrümanını her zamanki gibi akıcı bir şekilde çalarken aynı zamanda amplifikatöre bağlamış ve çeşitli elektronik aygıtları da kullanarak bir tür yankı etkisi elde etmiştir (Exchoplex isimli cihazın etkisi Bitches Brew albümüne ismini veren parçada açıkça duyulabilir). Bunlara ek olarak trompetinin tonu ve ses rengi ile de oynayan Davis bu iş için wah-wah pedallarından faydalanmıştır (Live-Evil albümündeki Sivad isimli parçada bu etkiyi duyabilirsiniz). Kimi zaman tıpkı bir rock gitaristi gibi vahşice çalarken kimi zaman da "Porgy and Bess" ve "Sketches of Spain" albümlerinde olduğu gibi yumuşak ve hüzünlü bir ton kullanmıştır.

Miles Davis'in adı geçen grubu ile gerçekleştirdiği performanslar daima yüksek tempolu bir havanın hakimiyetinde olmuştur ancak müzisyenlerin kalitesi ve icra edilen müziğin karmaşıklığı bu grubu dönemin rock gruplarından ayırmıştır. Davis'in Jimi Hendrix ve Billy Preston gibi cazcı olmayan müzisyenlere hayranlığı da bilinmektedir.

Miles Davis ve 80'li Yılların Formülü

80'li yılların ortasından sonuna dek gerçekleştirilen Davis kayıtları zaman zaman Robert Irging III ve Marcus Miller tarafından hazırlanan, doğaçlama içermeyen eşliklere dayanır. Davis, trompetini bilgisayarlı synthesizer cihazlara bağlamış ve çeşitli ses etkileri elde etmiştir. Genellikle uyguladığı formül gitarlarda bir Jimi Hendrix , saksofonlarda da bir John Coltrane takipçisini kullanmak olmuştur. Böylece istediği zaman parçalara ateşli sololar katmakta sıkıntı çekmemiştir. Bu karışımın üstüne elektronik klavye sesleri eklenmiştir ve davullarda da funk tarzında çalış kullanılmıştır. Bu dönemdeki eserler sıkı bir şekilde düzenlenmiş olup çok fazla serbestlik ya da cesaret taşımazlar. Yine de Miles Davis'in enerjik müziği çağdaşı olan pek çok müzikten kolayca ayırd edilebilecek durumdadır.

John McLaughlin

1942 doğumlu İngiliz virtüöz gitarist John McLaughlin 50'li yılların sonundan itibaren İngiliz rock ve caz gruplarında aktif olarak çalmaya başlamıştır. ABD'de tanınması ise davulcu Tony Williams'ın Lifetime grubu ve Miles Davis ile birlikte çalıştığı 1969-1971 yılları arasında gerçekleşmiştir.

McLaughlin'in en önemli özelliği enstrümanındaki yüksek hakimiyeti olmuştur ve bu da onu Wes Montgomery'den bu yana gelmiş geçmiş en meşhur caz gitaristlerinden biri yapmıştır. Bununla birlikte McLaughlin'in gitar tonu alışılmış gitar tonundan bir hayli farklı olup daha çok rock gitaristlerinin tercih ettikleri ses rengini andırmaktadır. McLaughlin sık sık wah-wah pedalları ve faz kaydırıcılar kullanarak gitarının tonunda değişiklikler yapmıştır. McLaughlin'in tarzının Charlie Christian, Wes Montgomery ve Kenny Burrell gibi ustalarınkinden farklı olduğu söylenebilir. Ayrıca Jim Hall'da duymaya alıştığımız yumuşak lirik doğaçlamalar da söz konusu değildir.

McLaughlin'in kullandığı uzun ve karmaşık onaltılık nota dizileri Coltrane tarafından kullanılan benzer yapıları çağrıştırmaktadır. Bu bakımdan gitaristin, bop geleneğinden çok 1960'ların Coltrane tarzı doğaçlamalarına yakın olduğu söylenebilir. Adı geçen iki sanatçı da geleneksel Hint müziği üzerine çalışmış ve solalarını bu müzikteki makamlarla temellendirmekten zevk almışlardır.

Kendi grubu "Mahavishnu Orchestra" ile 1971 yılında kaydettiği "Inner Mounting Flame" ve 1972 yılında hazırladığı "Birds of Fire" albümlerinde gitaristin davulcu Billy Cobham, bas gitarist Rick Laird ve elektrik piyanoda Jan Hammer ile karşılıklı etkileşimi çok yüksek seviyededir. Pek çok dinleyicinin ortak görüşüne göre bu albümler grup içi karşılıklı etkileşimin ve caz-rock doğaçlamalarının doruk noktasıdır. Sıradışı bu albümlerden "Birds of Fire" 1973 yılında Billboard listelerinde 15. sıra gibi çok yüksek bir yere yükselmiştir. Pek çok başarılı kabul edilen caz albümünün 200. sıraya bile çıkamadığı düşünülecek olursak söz konusu durumun etkileyiciliği daha iyi anlaşılabilir. Dinleyicilerin çoğunluğuna göre McLaughlin önderliğindeki bu grup gelmiş geçmiş en büyük caz-rock "fusion" grubudur.
Admin
Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 2401
Kayıt tarihi : 01/04/08

https://muzicfe.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Cazın Doğuşu ve Kökenleri Empty .............

Mesaj  Admin Paz Nis. 27, 2008 10:09 am

Larry Coryell

Gitarist Larry Coryell'in önemi oturmuş caz tarzları ile country, blues ve rock gibi türleri kaynaştırma konusunda ilk denemeleri gerçekleştirmiş olmasından gelmektedir. Bu denemelere daha 1960'lı yılların ortalarında girişen Coryell davulcu Chico Hamilton ve vibraharpist Gary Burton ile çalışmıştır. 1967 yılındaki "Duster" albümü Coryell'in rock tınılarını yansıtan pek çok solo bölümü içerir.

Ancak Coryell bir rock gitaristi değildir. Chico Hamilton ile çalıştığı günlerden itibaren izlediği çizgiye dikkat edilecek olursa hayalgücü yüksek ve teknik ustalığı gelişmiş bir caz gitaristi olduğu anlaşılabilir. Coryell'in çalışı McLaughlin'inkinden farklıdır, sololarında daha çok çeşitliliğe yer vermiştir, caz köklerine daha çok bağlıdır. Bütün bu kıyaslamaların kolayca ve kesin dille yapılabilmesinin sebebi McLaughlin'in Coryell'in "Spaces" isimli albümünde çalmış olmasıdır. Bu albüm kayıtları esnasında iki gitaristin de yaratıcılık ve teknik olarak en üst noktada olduklarını hatırlamakta fayda vardır.

Josef Zawinul

1932 yılında Viyana'da doğan piyanist besteci Joe Zawinul 1959 yılında ABD'ye yerleşmiştir. İlk çıkışını saksofoncu Cannonball Adderley önderliğindeki orkestralarda 1961-1970 yılları arasında gerçekleştirmiştir. Adderley'in grubunun en meşhur funk parçaları "Mercy, Mercy, Mercy" ve "Walk Tall"da Zawinul'un imzası vardır. Bundan sonraki önemli başarıyı ise 1969 yılında, "In a Silent Way" adlı parçası Miles Davis tarafından aynı isimli albümde kullanıldığında yakalamıştır. Davis buna ek olarak yine Zawinul'a ait olan "Pharaoh's Dance" isimli besteyi "Bitches Brew" albümünde kullanmış ve adı geçen albümlerde Zawinul'u şef aranjör olarak görevlendirmiştir.

Joe Zawinul, 1971 yılında Weather Report grubunu kurmuş ve grupla birlikte ürettikleri 1977 yılına ait "Heavy Weather" albümü dünya çapında 500.000 adet satarak Altın Albüm kategorisine girmiştir. Albümdeki önemli parçalardan biri de "Birdland"dir ve besteci bu besteyi yaparken Count Basie Orkestrası'nın New York'taki caz kulübü Birdland'de sergilediği performanslardan esinlenmiştir. Adı geçen parça diskoteklerde de çalınmış, Maynard Ferguson orkestrası ve Manhattan Transfer vokal grubu tarafından da yorumlanmıştır.

Zawinul caz içinde elekronik enstrumanların kullanılmasına öncülük etmiştir. Adderley'in 1966 yılına ait "Mercy, Mercy, Mercy" kaydında Wurlitzer elektrik piyano çalmıştır ve tur esnasında da Fender Rhodes elektrik piyano kullanmıştır. Daha önce Ray Charles ve Sun Ra tarafından da kullanılan elektrikli piyano Zawinul'a gelene dek pek yaygınlık kazanmamıştır.

1970'li yılların önemli bestecilerden olan Zawinul'un yaratıcılığı 1950'li yıllardaki Charles Mingus ve 1940'lı yıllardaki Duke Ellington ile kıyaslanabilir. 70'lerdeki herhangi bir caz bestecisinden çok daha çeşitli melodi ve eşlik ritmi oluşturmuştur.

Weather Report

Cannonball Adderley Quintet'ten 1971 yılında ayrılan Zawinul saksofoncu Wayne Shorter ve basçı Miroslav Vitous ile bir araya gelerek Weather Report isimli grubu kurmuş, cazda yeni doğaçlama yöntemleri üzerine çalışmaya başlamıştır. Weather Report çok farklı müzik tarzlarını kaynaştırmaya çalışmıştır.

Miroslav Vitous melodik doğaçlama konusunda eşsiz yeteneğe sahip basçılardan biridir. Bu yeteneği onu Paul Chambers ve Scott LaFaro gibi basçılarla aynı klasmana sokmaktadır. Aynı zamanda yaylı basta da usta olan Vitous'un parçalı melodik cümleleri, yaylı bası derin bir tonlama ile çalışı ve türler arasında rahatça gezinebilmesi Weather Report grubuna çok şey katmıştır. Yeri geldiğinde ön plana çıkan bası yeri geldiğinde diğer grup üyelerine kusursuz olarak eşlik etmiştir. Vitous'un çalışı hiçbir zaman "yetenekli bir müzisyenin gösterişçiliği"ne saplanıp kalmamıştır. Weather Report'un müziğinin en önemli karakteristiği geleneksel enstrümanların geleneksel olmayan şekillerde kullanılması olmuştur. Vitous normal eşlikçi bir basçı gibi davranmamış, davulcu standart ritmlerle eşlik etmemiş, piyanist Zawinul'un saksofoncu Shorter ile etkileşimi alışılmışın dışına çıkmıştır. Weather Report'un caz tarihi içindeki önemini birkaç madde ile sıralamak gerekirse şunları yazabiliriz:
İlk üç albümleri:
kolektif doğaçlamaya yeni bir boyut katmıştır
söz konusu doğaçlama ritm ve ton bakımında bir hayli zengindir.
doğaçlamaları alışılmış caz solo kalıplarının ötesine geçmiş ve geniş kitlelere hitap edebilmiştir.
Grup basçıları bop dönemindeki basçı rolünün ötesine adım atmıştır
Grup, diğer pek çok "fusion" grubundan daha fazla doğaçlamaya dayanmıştır
Vokal kullanmadan kitlelere hitap edebilen ilk "fusion" gruplarındandır
Caz dünyasının dev isimlerini bir araya getirerek bunların bestecilik ve doğaçlama alanında katkılarını özgürce sunabildikleri bir platform yaratmıştır.

Jaco Pastorius

1976 yılında Jaco Pastorius basçı olarak Weather Report grubuna katılmıştır. Zawinul, bu yetenekli basçıdan genellikle dört farklı şekilde faydalanmıştır: Öncelikle standart bas yürüyüşleri. Sonra "tekrarlı olmayan, etkileşimli yaklaşım". Bu tarzda çalan bir basçı çok dikkatli şekilde grup elemanlarının o anda neyi çalacağını tahmin etmek durumundadır. Pek çok notayı es geçmeli ve ancak en uygun zamanda çalmalıdır ki bu da bir hayli yüksek hayalgücü gerektirir. Üçüncü çalış tarzı "funk bas" olarak nitelendirilen tarzdır ve yüksek derecede senkoplu, staccato notalarla oluşturulan tekrarlı bas figürleri ile kurulur. Weather Report'taki tüm basçıların üstlenmeleri gereken nihai ve dördüncü görev ise solo çalmaktır ancak Pastorius gruba katılana dek bas soloları öncelikli olmamıştır. Pastorius yukarıda tarif edilen dört görevin de altından mükemmel olarak kalkmış bir basçıdır. Bas yürüyüşleri etkileyicidir. Tekrarlı olmayan etkileşimli tarzda rahatça çalmıştır. Funk tarzındaki çalışı ise gayet doğaldır.

Pastorius, Weather Report'un "sound"unu takdir edilir şekilde değiştirmiştir. Basçının akıcı tonu, bazı nota sonlarındaki vibratosu ve enerjik çalışı yapılan müziklere damgasını vurmuştur. Aradığı solisti bulan Zawinul, Pastorius'un bestecilik yeteneğinden de faydalanmış ve böylece grubun repertuarına "Barbary Coast", "Teen Town", "Havona", "Punk Jazz", "River People", "Three Views of a Secret" gibi besteler de eklenebilmiştir.

1970'lerdeki Weather Report konserlerinde mutlaka eşliksiz bir Pastorius solosu yer almıştır. Basçı, Jimi Hendrix'i andıran ses efektleri kullanmış ve sanki arkasında ona eşlik eden bir orkestra varmışçasına çalmayı becermiştir. Sık sık, 1976 yılında kaydettiği "Donna Lee" isimli karmaşık bop melodisini çalarkenki dahiyane hızını sergilemiştir.

1982'de kendi grubu "Word of Mouth"u kuran sanatçı yeni bir basçı kuşağının yetişmesinde öncü rollerden birini oynamıştır. Jimmy Blanton, Paul Chambers ve Scot LaFaro'dan sonra en çok taklit edilen basçı olmuştur. 1970'lerde ve 1980'lerde yetişen pek çok basçı, dönemin hakim enstrümanı elekrikli bas gitar olduğu için kendine bir tür örnek aramış ve Pastorius'un açtığı yolda ilerlemiştir. Pastorius'un böyle bir örnek teşkil etmesinde Weather Report'un popülaritesinin yanı sıra hipnotize edici çalış tekniği ve hızı da önemli faktörler olarak kabul edilir. Enstrumanını geleneksel kalıpların dışına taşıyan sanatçı bir klasik orkestra basçısının gurur duyabileceği türden görkemli legato çalışı ve sololarında eriştiği "bas şarkısı" niteliğiyle de büyük etkiye yol açmıştır.

Pat Metheny

1954 doğumlu gitarist, besteci, grup lideri Pat Metheny 1970'li yıllardan itibaren caz dünyasındaki en önemli isimlerden biridir. 1974-1977 yılları arasında Gary Burton'ın grubundaki soloları ile ön plana çıkmaya başlayan Metheny daha sonra klavyeci Lyle Mays ile kendi grubunu kurarak çalışmalarına devam etmiştir. Temelde Wes Montgomery'den etkilenen gitarist aynı zamanda country müzik tarzını ve Ornette Coleman'ın yaklaşımlarını da kullanarak kendine özgü bir müzik dili oluşturmuştur. Yüksek bir müzikal zevki olan Metheny'nin hassas denge duygusu ve lirik tarzı, akıcı ve doğal sololarında kendini hissettirir. Sanatçı senkoplu ritmleri o kadar yumuşak ve akıcı çalar ki bunlar kulağa senkoplu gelmez. Müzikal olarak Ornette Coleman ve Keith Jarrett'a olan yakınlığından ötürü aynı zamanda bir Jarrett öğrencisi olan Lyle Mays ile mükemmel bir uyum içinde çalar. Mays ve Metheny klavye ve gitar seslerinin elektronik olarak değiştirilip birleştirilmesinde öncü roller üstlenmişlerdir. Yaptıkları müzikte daima bir "berraklık" duygusu hakimdir. Her ne kadar Metheny'nin 1980 sonlarında yaptığı bazı müzikler "New Age" kategorisine girse de bu sanatçının her türlü caz tarzında rahatça yeteneğini sergileyebilen bir "fusion" gitaristi olduğu söylenebilir. Metheny bir keresinde Ornette Coleman ile birlikte epey kaotik bir "free jazz" albümü bile kaydetmiştir.

New Age

1980'li yıllarda yeni bir müzik türü ortaya çıkmıştır ve bunu kategorize etmekte güçlük çeken müzik dükkanları, bu müziği klasik ve rock müzikten ziyade caza yakın bularak caz kategorisinde satmaya başlamıştır. Söz konusu tür kendine özgü bir kategori ismine kavuştuğu andan sonra bile çoğu kişi bu müziği caz olarak nitelemeye devam etmiştir.

Her ne kadar bu müzik türü doğaçlama tekniğini yöntemlerinden biri olarak kullansa da caz ile arasındaki ortaklık bu noktadan öteye geçmemektedir. Bu müzikte "swing" yoktur. Aslında bu müziğin ritmleri cazdaki swingin yol açtığı gerilime yol açmayacak şekilde bilinçli olarak düzenlenmiştir. Armoni disonant değildir. Tonal nitelikleri yumuşak ve düzgündür. Genellikle aynı akor ya da mod tüm bir parça boyunca varlığını sürdürür. Ses seviyesi genellikle yüksek değildir ve değişimler de sık değildir. Bu müzik türünde eser verenler öncelikle Steve Reich, Lamonte Young, Terry Riley ve Philip Glass gibi modern klasik bestecilerden etkilenmişlerdir. Adı geçen besteciler ise Gregoryen şarkı müziğinden, rüzgar, dalga gibi doğal olayların seslerinden ve klima makinasının monoton uğultusu gibi endüstriyel seslerden etkilenmiştir. Bu besteciler müziği en basit malzemelere ve etkinliğe indirgedikleri için yaptıkları müzik "minimalizm" olarak isimlendirilmiştir. Yaptıkları müzik 1970'lerdeki eşliksiz Keith Jarrett doğaçlamalarını, ya da Jarrett'a esin kaynağı olan Claude Debussy ve Maurice Ravel gibi izlenimci bestecilerin eserlerini andırmaktadır zaman zaman.

The Paul Winter Consort ve Oregon gibi gruplar bu tür müzik yapmıştır. Arp ustası Andres Vollenweinder 1980'li yıllarda yaptığı benzer müzikle popüler olmuştur. Piyanist George Winston ise kısmen Keith Jarrett'in uzun doğaçlamalarından esinlenerek albümler yapmış ve bu albümler milyonlarca satmıştır, konser salonlarını doldurmuştur. Bu müzik "new age" olarak nitelendirilmiştir.

Smooth Jazz

1980'li yıllarda New Age yayını yapan radyolar yavaş yavaş daha çok davul duyulabilen, bas gitara yer veren ve saksofon da içeren bir müzik türüne yer vermeye başlamıştır. Bu, biraz daha rafine ve ses seviyesi düşük funk müziktir. Bu müzikte ana caz tarzlarının yoğunluğu yoktur. Doğaçlama olarak yapılan sololar çok stilizedir. Pek çok dinleyici bu müziği tercih etmiştir çünkü kulağa hoş gelmektedir, dinlemesi ve gerektiğinde de duymamazlıktan gelmesi kolaydır. Pek çok caz türünün kolay dinlenebilen şekli vardır ve "smooth jazz" da "fusion" türünün kolay dinlenebilen şeklidir.

Bu türde eser vermiş müzisyenler arasında piyanist Bob James, gitarist Lee Ritenour, Larry Carlton, Earl Klugh ve George Benson gibi caz ustaları da vardır. Söz konusu müzisyenler görüldüğü gibi zaman zaman, çalabilecekleri karmaşık ve uzun doğaçlamaları bir yana bırakıp daha basit ve melodik doğaçlamaları tercih etmişlerdir. Bu sayede daha geniş kitlelere ulaşmaları mümkün olmuştur. Bu sayede yaşamlarını müzikle kazanmaları da kolaylaşmıştır.

1990'lı yıllarda iyice gelişen "smooth jazz", radyolarda popülaritesi en çok artan tür haline gelmeye başlamıştır. Türün en meşhur saksofoncuları Grover Washington Jr., Kenny G. ve Najee olmuştur. Bunları taklit eden pek çok müzisyen de yetişmiştir. 1986 ile 1995 yılları arasında Kenny G.'nin bazı albümleri milyonlarca kopya satmıştır. Başka bir deyişle bu müzisyenin tek bir albümünün satışı Charlie Parker ve John Coltrane gibi iki caz ustasının tüm albümlerinin toplam satışlarının üstündedir. Pek çok müzisyen tarafından Kenny G.'nin müziği işin özüne yönelik olmaktan çok bir süsleme gibi görülse de söz konusu müzik ve smooth jazz Amerikali dinleyicilerin büyük bir kısmı için 1980 ve 90'lı yıllar boyunca caz anlamına gelmiştir.

Acid Jazz

"Acid Jazz" terimi 1987 yılında İngiliz DJ'ler Gilles Peterson ve Chris Bangs tarafından hafta sonu boyunca süren ve her odada ayrı bir müzik çalınan bir parti esnasında ortaya atılmıştır. Bu partideki odalardan birinde Detroit ve Chicago kökenli "house music" çalınmaktaydı ve söz konusu müziğin amaçlarından biri de "ecstasy", LSD olarak anılan ve "acid" takma ismi ile de tabir edilen kimyasal maddeleri alan insanlara eşlik etmek idi. Odalardan birinde caz çalındığını belirten Peterson partiye katılanlara "yeterince 'acid house' aldınız, şimdi de size biraz 'acid jazz' vereceğiz" dedi. Başlangıçta şaka yollu kullanılan bu terim kısa sürede eski caz müziklerini modern dans müziği ile birleştiren DJ'ler tarafından tutuldu. Gilles Peterson ve diğer bazı İngiliz DJ'ler özellikle 1960'lı yıllarda Art Blakey, Horace Silver, Lou Donaldson, Herbie Hancock ve Grant Green gibi müzisyenlerce Blue Note ve Prestige firmalarından çıkmış olan funky hard bop kayıtlarını çok tutuyorlardı. Daha sonra Gilles Peterson Acid Jazz isimli bir firma kurdu ve bu firmadan albüm çıkaran müzisyenler türü belirledi. 1930'lu ve 40'lı yılların swing türü gibi asit caz da öncelikli olarak dans müziği idi. Daha sonra bu müzik kendine "smooth jazz" yayını yapan radyolarda da yer buldu.
Admin
Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 2401
Kayıt tarihi : 01/04/08

https://muzicfe.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz